Üçüncü Dünya Ülkeleri
Üçüncü Dünya ülkesi ne demek?
Üçüncü Dünya terimi, Soğuk Savaş döneminde NATO ya da Komünist Blok'a bağlı olmayan ülkeleri ifade etmek için ortaya çıktı. Birleşik Devletler, Batı Avrupa ulusları ve müttefikleri Birinci Dünya'yı temsil ederken; Sovyetler Birliği, Çin, Küba ve müttefikleri İkinci Dünya'yı temsil etti. Bu terminoloji, dünya ülkelerini geniş anlamda sosyal, politik, kültürel ve ekonomik ayrımlara dayalı üç gruba ayırmanın bir yolunu sağlamıştır.
Üçüncü Dünya'nın normalde Afrika, Latin Amerika, Avustralya ve Asya'da sömürge geçmişleri olan birçok ülkeyi içerdiği görülmüştür. Kimi zaman ise Bağlantısızlar Hareketi'ne dahil tarafsız ülkeler ile eş anlamlı olarak anılmıştır. Raul Prebisch, Walter Rodney, Theotonio dos Santos ve Andre Gunder Frank gibi düşünürlerin bağımlılık teorisinde Üçüncü Dünya, dünya ekonomik bölünmesinde "çekirdek" ülkelerin egemenliğindeki dünya sistemine "çevre" ülkeler olarak da bağdaştırılmıştır.
Üçüncü Dünya ülkeleri hangileridir?
Gelişen anlam ve bağlamların karmaşık geçmişi nedeniyle, Üçüncü Dünya için net veya üzerinde anlaşmaya varılmış bir tanım yoktur. Küba gibi Komünist Blok'taki bazı ülkeler genellikle "Üçüncü Dünya" olarak görülüyordu. Zira bir çok Üçüncü Dünya ülkesi son derece fakir ve sanayileşmemişti. Bu nedenle yoksul ülkeleri "üçüncü dünya ülkeleri" olarak adlandırmak bir basmakalıp haline geldi. Yine de "Üçüncü Dünya" terimi genellikle Brezilya, Hindistan ve Çin gibi yeni sanayileşmiş ülkeleri de içeriyordu. Tarihsel olarak, bazı Avrupa ülkeleri tarafsızdı ve bunlardan İrlanda, Avusturya, İsveç, Finlandiya ve İsviçre gibi bir çoğu gayet refah seviyesi yüksek ülkelerdi.
- 1.Dünya Ülkeleri: Amerika Birleşik Devletleri, İngiltere ve müttefikleri
- 2.Dünya Ülkeleri: Sovyetler Birliği, Çin ve müttefikleri
- 3.Dünya Ülkeleri: Tarafsız ülkeler ve Bağlantısızlar Hareketi ülkeleri
Sovyetler Birliği'nin çöküşünden ve Soğuk Savaş'ın sona ermesinden bu yana geçen birkaç on yıl boyunca Üçüncü Dünya terimi, en az gelişmiş ülkeleri içeren Güney Yarım Küre ve gelişmekte olan ülkeler ile, çoğunlukla "İkinci Dünya" ülkelerinden olan Laos gibi, istikrarlı bir ekonomik gelişim konusunda zorlanan yoksul ülkeleri tanımlamak için birbiri yerine kullanılmıştır. Yinede bu kullanım son yıllarda daha az tercih edilmektedir.
Üçüncü Dünya ne demek?
Fransız nüfus istatistikleri araştırmacısı, antropolog ve tarihçi Alfred Sauvy, 14 Ağustos 1952'de Fransız dergisi L'Observateur'da yayınlanan bir makalede, Üçüncü Dünya terimini (Fransızca: Tiers Monde) ortaya çıkararak, Soğuk Savaş döneminde ne Komünist Sovyet Bloğu ne de Kapitalist NATO Bloğuna taraf olmayan ülkelere atıfta bulundu. Onun kullanımı, Fransız Devrimi öncesinde ve sırasında, Birinci Sınıf ve İkinci Sınıfı oluşturan din adamlarına ve soylulara karşı çıkmış Fransa halkından oluşan Üçüncü Sınıfa bir referanstır. Sauvy, "Üçüncü dünya gözardı edildi, sömürüldü, sanki üçüncü sınıf da bir şey olmak istiyormuş gibi küçümsendi" diye yazdı. Ne kapitalist ne de komünist blok ile siyasi taraf olmama kavramını aktardı.
Üçüncü Dünya ve Üç Dünyalar
Mao Zedong tarafından geliştirilen "Üç Dünya Teorisi", Batı'ya ait teoriler olan Üç Dünyalar ve Üçüncü Dünya'dan farklıdır. Örneğin, Batı teorisinde, Çin ve Hindistan ayrı ayrı ikinci ve üçüncü dünya ülkeleri iken, Mao'nun teorisinde hem Çin hem de Hindistan, sömürülen uluslar olarak tanımladığı Üçüncü Dünya'nın bir parçasıdır.
Üçüncü Dünyacılık
Üçüncü Dünyacılık, üçüncü dünya uluslarının birinci dünya etkilerine karşı birliği ve diğer ülkelerin içişlerine müdahale etmeme ilkesini savunan politik bir harekettir. Bu düşünceyi ifade edip uygulayan en dikkat çekici gruplardan Non-Aligned Movement (Bağlantısızlar Hareketi, NAM) ve Group of 77 (Birleşmiş Milletler G-77 koalisyonu), sadece üçüncü dünya ülkelerinin birbirleri arasındaki ilişki ve diplomasileri için değil, üçüncü dünya ülkelerinin birinci ve ikinci dünya ülkeleriyle olan ilişki ve diplomasileri için de temel oluştururlar. Kavram, insan hakları ihlallerine ve diktatörlüklerin siyasi baskılarına bir kılıf sağladığı gerekçesiyle eleştirilmektedir.
Üçüncü Dünya ülkeleri tarihi
Çoğu üçüncü dünya ülkesi eski kolonilerdir. Bağımsızlığa kavuşan bu ülkelerin çoğu, özellikle küçük olanlar, ilk kez ulus ve kurum oluşturma sorunlarıyla karşı karşıya kalmıştı. Bu ortak deneyimlere bağlı olarak, bu ulusların birçoğu 20. yüzyılın büyük bölümünde ekonomik açıdan gelişmekteydi ve halen çoğu aynı durumdadır. Bu terim, günümüzde genel olarak OECD ülkeleri ile aynı seviyede gelişmiş olmayan ve dolayısıyla gelişmekte olan ülkeleri belirtir.
1980'lerde ekonomist Peter Bauer "Üçüncü Dünya" terimine rakip bir tanım önerdi. Üçüncü Dünya statüsünün belirli bir ülkeye bağlanmasının istikrarlı ekonomi veya politik kriterlere dayanmadığını ve çoğunlukla keyfi bir süreç olduğunu iddia etti. Endonezya'dan Afganistan'a kadar, ekonomik açıdan ilkelden ekonomik açıdan ilerlemiş ve siyasi açıdan Sovyetler'le taraf olmayan ya da Batı eğilimli olan geniş çeşitlilikteki ülkeler Üçüncü Dünya ülkeleri olarak düşünülür. ABD'nin bazı bölgelerinin daha çok Üçüncü Dünya gibi olduğu konusunda bir argüman da oluşturulabilir.
Bauer'ın tüm Üçüncü Dünya ülkelerinde ortak bulduğu tek özellik, ki kendisi bu duruma şiddetle karşıdır, bu ülkelerin hükümetlerinin "Batı'dan yardım talep edip alması"dır. Dolayısıyla, tüm "Üçüncü Dünya" terimleri, Soğuk Savaş sırasında bile yanıltıcı olmakla itham edilmiştir. Zira sözde içinde olduğu varsayılan ülkeler arasında tutarlılık veya kolektif bir özdeşlik yoktur.
Üçüncü Dünya ülkelerinin özellikleri
Soğuk Savaş döneminde, tarafsız üçüncü dünya ülkeleri hem birinci hem de ikinci dünya tarafından potansiyel müttefikler olarak görülüyordu. Bu nedenle, Birleşik Devletler ve Sovyetler Birliği, bu ülkelerde stratejik konumda ittifaklar kazanmak için bağ kurmak amacıyla ekonomik ve askeri destek önererek (örneğin, Birleşik Devletler'in Vietnam ya da Sovyetler Birliği'nin Küba'da) büyük çaba sarf etti. Soğuk Savaşın sonlarında, birçok üçüncü dünya ülkesi kapitalist ya da komünist ekonomik modelleri benimsemiş ve seçtikleri taraftan destek almaya devam etmiştir. Soğuk Savaş boyunca ve sonrasında üçüncü dünya ülkeleri, Batılı dış yardımın öncelikli alıcıları olmuş, modernleşme ve bağımlılık teorileri gibi ana akım teoriler vasıtasıyla da ekonomik kalkınmanın odak noktası haline gelmişlerdir.
1960'ların sonuna gelindiğinde, Üçüncü Dünya görüşü, çeşitli özelliklere (düşük ekonomik gelişim, düşük yaşam süresi, yüksek yoksulluk ve hastalık oranları gibi) dayanarak Batı tarafından az gelişmiş olarak kabul edilen Afrika, Asya ve Latin Amerika ülkelerini temsil etti. Bu ülkeler hükümetler, sivil toplum örgütleri ve daha zengin ülkelerden gelen bireylerin yardım ve desteğinin hedefi oldu. Rostow'un büyüme aşamaları olarak bilinen popüler bir model, kalkınmanın 5 aşamada gerçekleştiğini ileri sürer (Geleneksel Toplum; Kalkış'ın Ön Koşulları; Kalkış; Olgunlaşma; Yoğun Kitlesel Tüketim). W.W. Rostow, Kalkış Aşaması'nın üçüncü dünyanın kaçırdığı veya debelendiği kritik aşama olduğunu öne sürdü. Bu nedenle, bu ülkelerin sanayileşme ve ekonomik büyümeye başlamak için dış yardıma ihtiyacı vardı.
Ancak, onlarca yıldır yardım almasına ve farklı kalkınma modelleri denenmesine (ki çok azı başarı yakalamıştır) rağmen, birçok üçüncü dünya ülkesinin ekonomileri halen gelişmiş ülkelere bağımlıdır ve borç içinde boğulmaktadır. Günümüzde, üçüncü dünya ülkelerinin niçin bunca zaman sonra bile yoksul ve az gelişmiş kaldıkları hakkında artan bir tartışma başlamıştır. Çoğu, mevcut yardım yöntemlerinin çalışmadığını ve dış yardımın (dolayısıyla bağımlılığın) azaltılması ve Batı'nın geleneksel ana akım teorilerinden farklı ekonomik teorilerin kullanılmasını talep etmektedir. Tarihsel açıdan, kalkınma ve yardım, amaçlandıkları hedefleri yerine getirmiyor ve şimdilerde zengin ve yoksul arasındaki küresel uçurum her zamankinden çok daha büyüktür, lakin herkes aynı fikirde değildir.
Bazı akademisyenler, birçok üçüncü dünya devleti arasındaki gelişme sorununu, bireylerin ekonomik konularda olduğu gibi her türlü amaç için birbirlerini nasıl örgütlediğini inceleyen sosyoekonomik perspektiflerle tartışmaktadır. North ve Weigast gibi akademisyenler, modern devletlerin, açık erişim ve doğal durumun karışımı olduğunu ileri sürer ki açık erişim durumundaki devletlerde doğal durumdaki devletlere göre daha pozitif gelişim vardır. Çünkü bu devletlerde yasal bağlayıcılığı olan kurumlar, (serbest ekonomi kanunları, gelenekler) bireylere şahsi olmayan, kamusal organizasyonlar oluşturmaları için izin verir ki bu, birbirleriyle ekonomik olarak çalışan veya rekabet eden geniş bir grup insanın ilgisini çekebilir. Daha fazla rekabet, daha çok servet ve büyüme yaratır. Açık erişim durumundaki devletlere örnek olarak, Amerika ve Almanya gibi birçok Batılı ülke vardır.
Buna karşın, doğal durumdaki bir devlet (ki üçüncü dünya ülkelerinin çoğunu kapsar), bireyler arasında örgüt kurma becerisine erişimi kısıtlayarak özel imtiyazlarını korumaya çalışan siyasi elitlerden oluşur. Bu elitler, hem düzeni sağlamak hem de 'arzu edilenleri' örgüte almak için şahsi bağlantılarına ve şiddet tehdidine bel bağlamak zorundadırlar. Böylesine bir organizasyon biçimi, yalnızca iyi yönetim anlayışını zayıflatmakla kalmaz (zira liderler daha az hesap verir), barışın güvence altına alınmadığı zayıf kurumlara da yol açar; zira şiddet uygulayacak araçları denetimi altında tutanlar, kendilerini güven ve sadakatten yoksun bulduklarında, geçmişte de olduğu gibi kolayca şiddete başvurabilirler (örneğin, Nijerya'nın geri kalanına karşı Biafra, Pakistan'ın geri kalanına karşı Bangladeş).
Son birkaç on yıldaki küresel nüfus artışı, çoğunlukla üçüncü dünya ülkelerinde (ki genellikle gelişmiş ülkelerden daha yüksek doğum oranlarına sahiptirler) yoğunlaşmıştır. Yoksul ülkelerde nüfus genişledikçe, kırsal alanda yaşayan insanlar kapsamlı kentsel göçe yol açarak şehirlere geliyorlar. Bu durum devasa gecekondu kasaba ve mahallelerinin oluşmasına sebep oluyor.
Birinci Dünya ile Üçüncü Dünya arasındaki fark
Çoğu zaman birinci ve üçüncü dünyalar arasında apaçık bir ayrım vardır. Kuzey ve Güney Yarım Kürelerden bahsedilirken, çoğu zaman ikisi el eledir. İnsanlar, bu ikisinden Üçüncü Dünya/Güney" ve "Birinci Dünya/Kuzey" olarak bahseder, çünkü Kuzey Yarım Küre daha varlıklı ve gelişmiş iken Güney Yarım Küre daha az gelişmiş ve fakirdir. Bazı akademisyenler bu düşünce tarzına karşı çıkmak amacıyla 1980'lerin sonunda, dünya dinamiklerinde bir değişim fikrini önermeye başladı ve buna Büyük Yakınsama adını verdiler. Jack A. Goldstone ve meslektaşları bu durumu, "yirminci yüzyılda, Birinci Dünya Savaşı'ndan önce Büyük Ayrılık zirveye ulaştı ve 1970'lerin başlarına kadar devam etti ve sonrasında, yirmi yıl süren belirsiz dalgalanmaların ardından, üçüncü dünya ülkelerinin o birinci dünya ülkelerinden önemli ölçüde daha büyük ekonomik büyüme oranına ulaşmasıyla, 1980'lerin sonunda Büyük Yakınsama yerini aldı" diye belirttiler.
Diğer akademisyenler, 1990-2015 yılları arasında, bu sefer coğrafya, dünya ekonomisi ile mevcut ve gelişmekte olan dünya güçleri arasındaki ilişki dinamikleri bakımından önemli değişimler gösteren Soğuk Savaş dönemi gruplaşmalarına geri dönüş gözlemlediler. Birinci, İkinci ve Üçüncü Dünya terimlerinin klasik anlamını yeniden tanımlamaktan ziyade hangi ülkelerin hangi dünya gücüne ya da koalisyona ait olduğunu belirten (G7, Avrupa Birliği, OECD, G20, OPEC, BRICS, ASEAN, Afrika Birliği ve Avrasya Birliği gibi) birleşme şekillerini tanımladılar.