03 June 2023, Saturday
Tercüme Editörü
Wikiyours makaleleri İngilizce makalelerin Türkçe'ye çevrilmiş halleridir. İngilizce bilen herkes makale sahibi olabilir ve yaptığı çeviri miktarınca para kazanır.
Çeviri Yapmak İçin Makale Seçiniz
Makale yazmak için
bir kategori seçin
Düzeltme Öner

Kültürel Asimilasyon

İçindekiler
  1. Kültürel asimilasyon nedir?
  2. Kültürel etki
  3. Kanada'da Asyalı göçmenlerin asimilasyonu
  4. Göçmenlerin Amerika'da asimilasyonu

Kültürel asimilasyon nedir?

Kültürel asimilasyon, bir kişinin veya grubun dilinin ve/veya kültürünün başka bir grubun diline ve/veya kültürüne benzemeye başladığı süreçtir. Terim, hem bireylere hem de gruplara atıfta bulunur. Gruplar için düşünüldüğünde, göçmen diasporalarına ya da kültürel olarak üzerlerinde başka bir toplumun egemenliği bulunan yerleşik sakinlere atıfta bulunulabilir. Kültürel asimilasyon, grubun koşullarına bağlı olarak hızlı veya aşamalı bir değişimi içerebilir. Tam asimilasyon, bir toplumun yeni üyeleri diğer grubun üyelerinden ayırt edilemez hale geldiğinde ortaya çıkar. Bir göçmen grubun asimile olmayı isteyip istemediği, çoğunlukla hem grubun hem de hakim toplumun üyeleri tarafından tartışılır.

Kültürel etki

Bir yer (bir devlet veya bir etnisite), politik açıdan alakalı olmasına veya algılanan üstünlüğüne bağlı olarak bir başka kültürü kendiliğinden  benimseyebilir. Politik açıdan bağlılık durumunda oluşan asimilasyona, zaptedilen bölgelerdeki insanların çoğunun yavaş yavaş Latince dil ve kültürünü benimsemesi örnek verilebilir.

Kültürel asimilasyon kendiliğinden veya zorla gerçekleşebilir. Bir kültür, kendiliğinden, farklı bir kültürü benimseyebilir veya daha eski ve daha zengin kültürler, zorla diğer zayıf kültürleri kendileriyle kaynaştırabilirler. Asimilasyon terimi genellikle yeni bir toprağa yerleşen göçmenler ve çeşitli etnik gruplar ile ilgili olarak kullanılır. Temas ve iletişim vasıtasıyla orijin kültüre yönelik olarak yeni bir kültür ve yeni tutumlar kazanılmaktadır. Kültürel değişim, yalnızca tek yönlü bir süreç değildir. Asimilasyon, göreceli olarak zayıf kültürlerin birleşik bir kültürle kaynaştırılmasını öngörür. Bu süreç, her bir kültür arasındaki iletişim ve uyuşma yoluyla gerçekleşir. Asimilasyonun şu anki tanımı genellikle göçmenlere atıf yapmak için kullanılmaktadır. Ancak çok kültürlülükte kültürel asimilasyon yalnızca belirli alanlarla sınırlı olmaksızın tüm dünyada gerçekleşebilir. Örneğin ortak kullanılan bir dil, insanlara, sadece aynı kültürel grupla sınırlı kalmayıp uluslararası alanda eğitim ve çalışma olanağı bulma fırsatını verir. Farklı ülkelerden insanlar, çeşitliliğe katkıda bulunurlar ve böylece, farklı ülkelerin unsurlarının birleşmesiyle oluşan kültür anlamına gelen "küresel kültürü" meydana getirirler. Bu küresel kültür, farklı alanlardan kültürlerin birbirlerini etkilemesine neden olan asimilasyonun bir parçası olarak görülebilir.

Kanada'da Asyalı göçmenlerin asimilasyonu

Kanada'da Çinli göçmenler

Çinli göçmenlerin Kanada'ya ilk yerleşmelerinde Çinli Kanadalılar, Çin ve Batı kültürlerinin karşılaşması nedeniyle farklı düzeylerde asimilasyonlar yaşadılar. 1860'da Çinli göçmen akını, çoğunlukla güney Çin'in kırsal alanlarından Kanada'ya ulaşmaya başladı. Tahmini 7.000 Çinliden oluşan bir nüfus, Vancouver Island ve British Columbia'ya yerleşti ve Kanada'da o zamanlardaki ilk Çinli topluluğu meydana getirdi. İngiliz olmayan ve  Fransız olmayan göçmenlerin gelişleri, öncelikle Kanada hükümeti tarafından Kanada ekonomisinin gelişmesi için bir yol olarak görüldü. Çinli göçmenler Kanada ekonomisine büyük katkıda bulunmuşlar ve 1880-1885 yılları arasında Kanada Pasifik Demiryolları (CRP) inşaatının British Columbia bölümünü tamamlamışlardır. Ülke için Çinli göçmenlerin öneminin çok büyük olmasına karşın, ayrımcılık gözeten yasalar, Asya karşıtı duyarlılıkların sosyal uygulamaları ve yabancı düşmanlığı nedeniyle Çinli Göçmenler yerleşimleri süresince ırk ayrımcılığı ve ön yargıya maruz kaldılar.   

Çinliler, göç politikasıyla yasal olarak kısıtlanan tek göçmen gruptu. Bu politikayla, Çin göçünü kafa vergileri yoluyla  yasaklamak için bir yasa çıkarıldı ve 1885'ten 1940'ların sonlarına kadar bu yasa uygulandı. Düşük ücretli ve korkunç çalışma koşullarına sahip işler, Çinli göçmenler ve aynı zamanda Asyalı karşıtı olan yerli işçiler için de tek iş fırsatıydı.

Kanada ansiklopedisine göre Kanada'daki ırk ayrımcılığı, Avrupalı yerleşmelerin başlangıcına kadar uzanıyor olabilir. Çinli Kanadalıların maruz kaldıkları ayrımcı baskılar, Kafkas toplumunun yabancı düşmanlığı inançlarıyla birlikte, hayatta kalma yöntemi olarak kendilerini asimile etmesi için Batı kültürüne cesaret vermelerinin nedenlerinden biriydi. Asimilasyona neden olan faktörlerden biri, Kanada'nın Avrupa sömürgeselleşmesinin ilk yerleşimlerinden kaynaklanan Anglo-Kanadalıların (İngiliz-Kanadalılar) egemenliğine kadar izlenebilen Kanada'daki ırk hiyerarşisi idi.

Anglo-Kanada değerleri

Avrupalıların sömürgeci olarak Kanada'ya yerleştikleri 17. ve 18. yüzyıllardan başlayarak, İngilizce konuşan Kanadalıların çoğu, Anglosakson (Eski İngilizcenin konuşulduğu) topraklardaki inançtan etkilendiler. Kanada hükümetinin İngiliz ilkelerine destek verdiler. İngiliz Anglosakson soyunun, sayesinde başkalarına üstünlük sağladığı Anglosakson efsanesi, Irk ve Belirgin Kader'de Reginald Horsman tarafından tartışılan ırk ayrımcılığının ve emperyalizmin gerekçesine katkıda bulundu. Anglosaksonların "biyolojik evrimin zirvesi" olduğu ve Kanada'nın büyüklüğünün halkı tarafından sağlandığı gibi inançlar Kanada ve diğer Batı dünyasında hafife alındı. 19. yüzyılın sonu ve 20. yüzyılın başlarında Batı dünyasında yayılmaya devam eden "ilerlemeye ve beyaz ırkın üstünlüğüne olan inanç", farklı göçmen grupların istenme seviyesinin bir değerlendirmesi olarak ırkçı bir hiyerarşi geliştirdi. Örneğin, İngiliz ve Amerikalı göçmenler en çok tercih edilen olarak düşünülürken, Siyah ve Asyalı göçmenler en az istenenler olarak görülüyordu. Sonuç olarak, Asya göçmenleri, Asyalıları uzaylı ve aşağı olarak gören Avrupalı ​​Kanadalılardan önemli derecede ön yargı ve düşmanlık gördüler. Bu nedenle, Çinli göçmenler Batı dünyasına asimile olma ya da izole olma seçenekleri ile baş başa bırakıldılar.

Ayırımcı Batılı ön yargı, Çinli göçmenleri asimile edilemeyen insanlar olarak algıladı. Böylece Çinli göçmenler sınır dışı edilme korkusu içinde asimile edilmekle tehdit edildi. Örneğin, Canadian Illustrated News (çizimlerle hazırlanmış bir Kanada gazetesi), Amor de Cosmos'u, Çinli bir göçmeni Batı kültürüne asimile olmayı reddetmesinin bir sonucu olarak British Columbia'yı terketmeye zorlarken tasvir ediyordu.

Asimilasyon üzerine çalışmalar

1964'de American Life'da yayınlanan Asimilasyon adlı yazısında Milton Gordon, grup katılımcıları arasındaki sınırda kademeli olarak bir azalma olduğunu tartıştı. Farklı kültürel geçmişlerden gelen gruplar arasındaki ayırıcı sınırların aşamalı olarak birleştiğini anlatıyordu. Çok aşamalı asimilasyon sürecinin, kültürleşme (ilk önce dışsal olarak dil ve geleneklerde, daha sonra aslen norm ve değerlerde meydana gelir), sosyal entegrasyon ve kimlik aşamalarından geçmesi bekleniyordu. Çok aşamalı asimilasyon süreci, Robert Park'ın Irk ve Kültür kitabındaki teorileri tarafından "eritme potası" olarak da adlandırılır. Ewa Morawska'nın Asimilasyon Modeli Savunması'na göre "eritme potası", Robert Park ve takipçileri için üstü kapalı olarak; belirgin kültürel, sosyal ve psikolojik özelliklerinin, egemen beyaz Anglosakson Protestan (WASP: Beyaz protestan Amerikalı) orta sınıf uygulamalarına dönüştürülmesi yoluyla göçmenlerin kendi miraslarından koparılması anlamına gelen Anglo-uygunluğu ifade eden bir terimdir. Morawska, klasik asimilasyon teorisinin çok basit olduğunu ve tarihsel olmadığını ve daha karmaşık ve tarihsel bir perspektifle incelenmesi gerektiğini savunmaktadır. Asimilasyon, belirli bir zamana ve demografik içeriğe bağlı olarak farklı anlamlara gelmektedir.

İzolasyon

1900 yılından beri, Kanada'ya yerleşen Çinli göçmenler çoğunlukla Çin Mahallesi'nde ve Çinli bir topluluk içinde yerleşmeyi tercih ettiler. Çin Mahallesi, iş hayatı için, ikametgah için ve aileler için önemli olduğundan ve Kanada'nın ırkçı yerlilerinden uzakta olan "güvenli bir kale" olduğu için Çin nüfusu için önemlidir. 19. yüzyılda özellikle İngiliz Kolombiyalı Kafkas toplumu, Çinli göçmenleri asimile edilemeyen bir ırk olarak görüyordu. Çünkü Çinliler genellikle bu topraklarda sürekli olarak kalması beklenmeyen "sojourner'ler" (geçici olarak kalan kimse) olarak kalıplaşmışlardı. Çinli göçmenler, Çin'deki ailelerini Kanada'ya getirmekte zorluk yaşadıklarından veya bir aileye sahip olmaları ve ırkçı bir çevrede kabul edilmekte yaşadıkları zorluklar yüzünden "sojourner'ler" diler. Bir senatör olarak British Columbia'daki beyaz sakinlerin bir temsilcisi bir keresinde, "Çinliler, ırkımızdan değildir ve bizim bir parçamız haline gelemezler" demişti. Çinliler Kanada'da yaşamları boyunca yabancılaşmış kalmaya zorlandılar ve izole edildiler.

Eğitim

Carl E. James tarafından yapılan Göçmenler ve Değişen Öğretim Kalıpları üzerine yapılan araştırmalara göre, Kanada'da eğitim ve öğretim, politik, ekonomik ve sosyal koşullar ve hedeflerle bağlantılı olarak geliştirildi. Halk eğitiminin ilk destekçilerinin çoğu, Hıristiyan kiliseleri ile bağlantılıydı ve bu durum eğitim sistemi içinde Hristiyan değer ilkelerini yükseltti. 1900'lü yılların ortalarında Kanada'ya giren göç dalgaları sırasında okullar, Anglo-Kanadalı değerleri kabul edeceklerini ve İngiliz Kanadalı kimliğiyle aşılanmış olacaklarını umarak göçmenlere bu yönde eğitim veren asimilatif bir role sahipti. Kanada daha sonra, 1970'lerde, etnik kültür farklılıklarına, göçmen öğrencilerin entegrasyonuna ve eğitimine saygıyı savunan çok kültürlü eğitim programlarını başlattı. Bireyin akademik, kültürel, dilsel ve dini ihtiyaç ve çıkarlarını karşılama niyetine rağmen, göçmen kökenlerden gelen ebeveynler, çocuklarının okuldan izole edilmelerinden, yabancılaşmaya maruz bırakılmalarından ve ayrıca okulun asimilatif ortamı nedeniyle kültürel miraslarından koparılmalarından hala endişeliydiler .

Dil

Milton Gordon'ın asimilasyon teorilerinin bir tanesi, dile ait değişikliklerin, göçmenlerin genç kuşakları içindeki bir asimilasyonu yansıttığını ileri sürmektedir. Gordon, ilk nesil ya da yabancı yerde doğmuş göçmenlerin Amerika'da doğmuş olan ikinci kuşaklarına kıyasla Amerikan kültürüne daha az asimile olduklarını belirtti. İkinci neslin ardından gelen üçüncü nesil, Amerikan popüler kültürüne daha fazla asimile olacaktı. Aynı durum Asya-Kanadalıların çocuklarına da yansıtılmaktadır. Daniel Stoffman: "Çocuklar bir dili yalnızca ona ihtiyaç duyduklarında öğrenecekler ... Sosyologlar ... açık bir ifadeyi doğrulamaktadır: Üçüncü nesil Kanadalıların %1'den daha azı, İngilizce veya Fransızca dışında atalardan kalma bir dilde konuşuyor." Gerçek, genç nesillerin Kanada'daki okullarda karşılaştıkları eğitimin ve resmileştirilmiş dillerin ana dillerini nasıl zayıflattığını ve bunun, onların asimile olmalarına ve Kanada'nın başlıca beklentilerini benimsemelerine neden olduğunu göstermektedir. Bazı kritik araştırmalar, bazı genç kuşaklar için ailelerinin dilini konuşamamanın kendi kültürlerinden bir tür kopma olduğunu ileri sürmektedir. Örneğin, Stoffman, dilin, kültürel kimliğin temelini oluşturduğunu ve kullanımının yalnızca iletişimle sınırlı olmadığını söylüyor ve dilin, bir düşünce tarzı ve dünyayı algılama biçimi olduğunu belirtiyor.

Kültürel kimlik

Kanada'da büyümek, göçle gelen Çinli ailelerin genç nesillerinin bir kısmının Batı kültürünü almalarını ve yerli İngilizce'yi diğer İngilizce konuşan Kafkaslar kadar akıcı olarak konuşmalarını sağlıyor. Mevcut popüler kültürde bu nesiller bir basmakalıp tabir olan "banana" olarak adlandırılıyorlar; yani dışta sarı, içte beyaz. Eric Liu'nun Kaza Sonucu Asyalı adlı kitabındaki, "Beyaza dönüşmek için artık beyaz tene sahip olmak zorunda değilsin" ifadesi, günümüzde Asya-Kanadalıların yaşadığı asimilasyonun bir kavramlaştırmasıdır. Batılı hakim kültürü uyguladıkları sürece beyaz sayılırlar. Dilin kültürel kimliğin önemli bir parçası olduğuna inanan Stoffman gibi bazı kritik yayıncılar açısından bakıldığında, genç nesiller için kendi aile dillerini konuşma yeteneklerini kaybetmeleri ve okuldaki geçerli dilde daha akıcı konuşmaları, kendi kültürel miraslarından bir kopuştur. Paul Axelrod gibi eğitmenler, "bir yandan asimilasyon kavramı kapsayıcılık ve sosyal eşitliği akla getirirken, diğer yandan Kanada'da hakim olan ırksal, etnik, dilsel ve dini topluluklara imtiyaz verdi" dediler. Kültürel kimliğin asimilasyonunun bir tarafının farklı kültür grupları arasındaki eşitliği teşvik ettiğini, ancak aynı zamanda Kanada'nın egemen kültürüne odaklandığını ileri sürdü.

Göçmenlerin Amerika'da asimilasyonu

Göçmen asimilasyonu, göçmenlerin kendilerini yeni bir ülkeye tam olarak entegre etmeleriyle kalmayan, aynı zamanda görünüşlerini, belki de tüm miraslarını kaybettikleri karmaşık bir süreçtir. Sosyal bilimciler, göçmen asimilasyonunu değerlendirmek için dört temel ölçüt üzerine dayanırlar: Sosyo-ekonomik durum, coğrafi dağılım, ikinci dil edinimi ve yabancı ile evlilik. William AV Clark, göçmen asimilasyonunu "Amerikan toplumunun toplumsal dinamiklerini anlamak için bir yol ve çoğunluk ve azınlık grupları arasındaki etkileşim sürecinde kendiliğinden ve genellikle istenmeden gerçekleşen bir süreç" olarak tanımlıyor.

1880-1920 yılları arasında Birleşik Devletler kabaca 24 milyon göçmen aldı. Göçteki bu artış, birçok tarihi değişikliğe bağlanabilir. Daha sonra 1960'lardan 1980'lere dek süren Soğuk Savaş döneminde ve 1980'lerin sonlarında Sovyetler Birliği'nin parçalanması sırasında 1,8 milyondan fazla Yahudi (bazı Yahudi olmayan aile üyeleri dahil) eski Sovyetler Birliği'nden göç etti. Başlıca varış ülkeleri, İsrail (yaklaşık 1,1 milyon), Birleşik Devletler (400,000'in üzerinde), Almanya (yaklaşık 130,000) ve Kanada (yaklaşık 30,000) idi. Yirmi birinci yüzyılın başlangıcı, göçün muazzam bir dönemini de işaretlemiştir ve sosyologlar, göçün toplum üzerindeki etkisini ve göçmenlerin kendileri üzerindeki etkisini bir kez daha anlamaya çalışmaktadırlar.

Asimilasyonun Amerikan sosyolojisinde çeşitli anlamları vardı. Henry Pratt Fairchild, Amerikan asimilasyonunu Amerikanlaştırma veya Eritme Potası teorisi ile ilişkilendiriyor. Bazı araştırmacılar aynı zamanda asimilasyon ve kültürleşmenin eşanlamlı olduğuna inanıyorlardı. Birçoğunun bakış açısına göre, asimilasyon, başka bir grup ya da kişiden gelen bir yorumlama ve birleştirme sürecidir. Bu anıları, davranışları ve duyguları içerebilir. Deneyimlerini ve geçmişlerini paylaşarak, ortak kültürel yaşama uyum sağlamaktadırlar.

Teorik açıklamalar

Araştırmacılar, Birleşik Devletlerde 1965 sonrası göçmenlerin asimilasyon oranını, 1880-1920 yılları arasında Birleşik Devletler'e giren göçmenlerin deneyimleriyle açıklamaya çalıştılar. Günümüzde göçmen asimilasyonunu değerlendirmek için kullanılan yöntemlerin ve teorilerin çoğu, daha önceki göçmen çalışmalarından sağlanmıştır. Göçmen asimilasyonu anlayışında önde gelen teorilerden biri, Avrupa ve Amerika'da Polonyalı Köylü'yü yayınlayan I. William Thomas ve  Florian Znaniecki'den gelmiştir. Thomas ve Znaniecki'nin Polonya göçmenleri üzerine yaptığı çalışma (1880-1910), bu göçmenlerin Birleşik Devletlerde kurumsal bir topluluk kurma şeklini değerlendirdi. Göçmen asimilasyonu üzerindeki bir diğer etki Robert Park, Ernest Burgess ve I. William Thomas'tan geldi. Bu çalışmada Chicago'daki göçmenlerin deneyimlerini incelemek için lisansüstü öğrencilere eğitim verdiler. Park, Burgess ve Thomas bu lisansüstü öğrencilere Park'ın toplu davranış teorisi gibi teorik araçlar sağladılar. Göçmen asimilasyonu hakkındaki üçüncü teori Gordon'un Amerikan Hayatındaki Asimilasyon kitabından gelmektedir. Gordon, göçmen grupların nesillerindeki değişimi vurguladı. Birinci kuşağın ya da yabancı yerde doğmuş olanların Amerika doğumlu çocuklarına (ikinci nesil) kıyasla daha az asimile olduklarını ve Amerikan yaşamına daha az maruz kaldıklarını ve torunlarının (üçüncü kuşak), Amerikan ana akımına anne-babalarından daha çok benzediklerini belirtmektedir.

Göçmen asimilasyonuna ilişkin teorik modeller

İlk, klasik ve yeni asimilasyon modeli, göçmenleri ve doğma büyüme yerli olan insanları, bir düz çizgiyi veya yakınsamayı takip edenler olarak görür. Bu teori, göçmenlerin zaman içinde normlar, değerler, davranışlar ve özellikler bakımından daha fazla benzer hale geldiklerini göz önüne alır. Bu teori ayrıca, ev sahibi nüfusta en uzun süre yaşayan göçmenlerin ve sonraki nesillerin üyelerinin çoğunluk grubu ile, ev sahibi toplumda daha az zaman geçiren göçmenlerden daha fazla benzerlik göstermelerini beklemektedir. İkincisi, ırksal olarak ya da etnik dezavantaj modelidir ve göçmenlerin asimile olma ihtimallerinin bloke edilmiş olduğunu belirtmektedir. Bu modelin bir örneği, istihdam ve diğer fırsatlar için ayrımcılık ve kurumsal engeller olacaktır. Bu ayrımcılık kalıplarına ve diğer kurumsal engellere tepki olarak, bazı göçmen gruplar bu zorlukların üstesinden gelmek için etnik bölgeler oluşturmuşlardır. Üçüncüsü, bölünmüş asimilasyon modelidir ve fakir şehir okulları gibi yapısal engellerin, istihdama erişimi ve diğer fırsatları kesintiye uğrattığını öngörür. Göçmen grupların en dezavantajlı üyeleri için genellikle çok ciddi olan engelleri teorisi altına almaktadır ve bu engeller diğer göçmenlerin çocukları klasik düz çizgi asimilasyonuna yönelik ayrı yolları izlerken bile, durgun veya aşağı doğru hareketliliğe yol açabilir.

Kültürel asimilasyon sosyolojisi

Araştırmacılar, asimilasyonun göçmenler arasında var olduğunu belirlediler. Çünkü asimilasyon dört temel kıyaslama üzerinden ölçülebilir. Göçmen asimilasyonun Birleşik Devletler'e göç eden Avrupalı göçmenleri incelemek için formüle edilen bu temel ölçülebilir yönler, göçmen asimilasyonunu anlamanın başlangıç ​​noktaları olmayı sürdürüyorlar. Asimilasyonun ölçülebilir bu yönleri, sosyoekonomik statü, mekansal yoğunlaşma, dil edinimi ve yabancıyla evliliktir.

Sosyoekonomik statü; eğitim düzeyi, meslek ve gelir ile tanımlanır. Sosyoekonomik durumu ölçerek araştırmacılar göçmenlerin, doğma büyüme yerli olan insanlara beşeri sermaye özellikleri açısından yetişip yetişmediğini öğrenmek isterler.

Mekansal yoğunluk, coğrafya veya yerleşim kalıpları ile tanımlanır. Massey tarafından önerilen mekansal yerleşim modeli (Park'ın teorilerine dayanılarak), artan sosyoekonomik başarının, ABD'de daha uzun süre oturmanın ve daha yüksek nesil statüsünün, belirli bir etnik grup için konut yoğunlaşmasının azalmasına neden olduğunu belirtmektedir.

Dil edinimi, ulusal dili konuşma yeteneği ve bireyin anadilini kaybetmesi olarak tanımlanır. Üç nesil dil asimilasyon modeli, ilk neslin dil asimilasyonunda bir miktar ilerleme kaydettiğini, ancak kendi ana diline de hâkim olduğunu, ikinci neslin iki dilli olduğunu ve üçüncü neslin yalnızca ulusal dili konuştuğunu belirtmektedir.

Yabancıyla evlilik; ırk veya etnik köken ve zaman zaman nesiller tarafından belirlenir. Yabancıyla evlilik oranlarının yüksek olması toplumsal entegrasyonun bir göstergesi olarak kabul edilir. Çünkü farklı gruplardaki insanlar arasındaki samimi ve derin ilişkileri ortaya koyar. Yabancıyla evlilik, ailelerin çocuklarına tutarlı bir etnik kültür kazandırma kabiliyetini azaltır ve bu nedenle asimilasyonun bir ajanıdır. 20. yüzyılın ortalarına doğru, yabancıyla evlilik Yahudi-Amerikalı topluluğu tarafından özel olarak incelenmeye başladı. Yahudi liderler, Yahudiliğin tipik olarak neden topluluk içi evlilik gerektiren bir din olduğunu açıklamak için giderek daha sık sosyal bilimcilere yöneldiler. Yabancıyla evlilikler, asimilasyonla ilgili bir tartışma başlatmak için sağlam bir temel olarak görülmesine rağmen, aynı zamanda yeni kültüre geçiş sürecini kademeli olarak kolaylaştırmanın bir yolu olarak da görülüyordu. Columbia Üniversitesi mezunu bir öğrenci olan Julius Draschler, bir Yahudi'nin sadece başka bir Yahudi ile evlenmesi uygulaması gibi insanların bazı farklılıkları devam ettirmesine izin verildiği sürece, yavaş asimilasyonları sürecinde uluslar kendiliğinden zenginleşirken, insanların kaçınılmaz olanı geciktireceklerine inanıyordu. Draschler, asimilasyonun tüm Amerikan gruplarının nihai sonuç noktası olduğunu kabul ederken, yabancıyla evlilik sonrası çalışmalarıyla sürecin ne kadar kademeli olursa o kadar iyi olacağını kanıtlamayı umuyordu. Yabancıyla evlilik uygulamasını haklı çıkarmak (veya kınamak) için böyle bir ihtiyaç, 1950'lerden sonra Yahudilerin (aynı zamanda Afrikalı Amerikalılar gibi diğer tipik olarak topluluk içi evlilik yapan kültürler) daha fazla dışarıdan evlenme ilişkilerine girmesiyle gittikçe önem kazandı.

Bir asimilasyon şekli olarak değişen göçmen ismi

Göçmen adlarının değişimi, ilk sosyologların özetlediği asimilasyon için ölçülebilir 4 ölçütten bir tanesi olmamasına karşın, yine de, yeni göçmenler toplumun dokusuna çekildiği için eskilerin açıkça terk edilmesini temsil etmektedir. Genellikle hükümet yetkililerinin dil engellerinin veya eğitim ve duyarlılık yoksunluğunun, ABD'ye göç ederken Ellis Adası'ndaki müfettişler tarafından yapıldığı gibi genellikle rıza olmaksızın isimlerin değiştirilmesine neden olduğuna inanılır. Müfettişlerin yolcu isimlerini şahsen almadıkları, onun yerine nakliye firmalarının kendilerinin sağladığı manifestoları kullanarak yolcuların envanterini çıkardıkları iddiası Göçmenlik ve Vatandaşlığa Kabul Hizmetleri tarafından yayımlanan bir makalede çürütülür. Birçok göçmen adlarını isteyerek değiştirmiştir.

ABD Göçmenlik ve Vatandaşlığa Kabul Dairesi tarafından, ABD'deki çoğu isim yanlışının, muhtemelen varış yerinin değil çıkış noktasının hatası olduğu öne sürülmektedir. Şecere bilimi alanında yayımlanmış ve tanınmış bir uzman olan Donna Przecha, isim değişimi için bir dizi alternatif açıklama önermektedir. Bunlardan birisi istihdam için bir ihtiyaç olmasıydı. Çoğu vasıfsız olan, telaffuz edilemeyen adlara sahip büyük bir fazlalık işgücü, Birleşik Devletler'e göç etmeye başladı. İşverenler, şu anda var olan ve daha fazla Amerikan ismi taşıyan bireylere yönelme eğiliminde olan aynı ayrımcılıkla mücadele yasalarıyla bağlı değildirler.

Konfor ve uyum da adların değişmesinin arkasında ağır bir motivasyon kaynağı oldu. 1900'lerin ortalarında ABD göçmenlerinin bir çoğu ABD'yi yeni kalıcı evleri yapmayı planladılar. Bu gerçeği göz önüne alırsak, pek çok göçmen, ev sahibi ülkelerin getirdiği asimilasyonu memnuniyetle karşıladılar. Yeni hayatlarına başlamayı umut eden birçoğu, özellikle çocuklar, mümkün olduğunca çabuk "Amerikalı" olabilmek için, ellerinden geleni yaptılar. Sadelik, eski isimlerden vazgeçilmesinde bir başka faktördü. Göçmenler çeşitli Avrupa ülkelerinden girdikçe, birçoğu isimlerinin Amerikalılar tarafından telaffuz edilmesinin ve/veya hecelenmesinin zor olduğuna karar verdi.

Göçmen asimilasyonununda değişiklikler

19. ve 20. yüzyıllardaki göçmen asimilasyonu üzerine yapılan Amerikan çalışmaları, göçmenlerin 19. yüzyılda doğma büyüme yerli olan insanlarla aynı beşeri sermaye özelliklerini yakalamakta zorlandıklarını, ancak 20. yüzyılda göçmenlerin nihayet doğma büyüme yerli olan insanlara yetiştiklerini ortaya koymaktadır. Timothy J. Hatton, 19. ve 20. yüzyıldaki göçmen asimilasyonu hakkındaki bu bulmacayı açıklıyor. Son iki çalışma arasındaki göz boyayıcı sonuçların nerden kaynaklandığını araştırıyor. Hatton, araştırmalarını kazanç fonksiyonunun tanımlaması üzerinde yoğunlaştırıyor. Hatton, kazanç fonksiyonunun tanımlamasının iki şekilde geliştirilmesi gerektiğini savunuyor. Birincisi, çocukken gelen göçmenlere, yetişkin olarak gelenlerden ayrı olarak muamele edilmelidir. İkinci olarak, kazanç fonksiyonunun tanımlaması, yaş-kazanç profillerinin gerçek şekline daha iyi yaklaştırılmalıdır. Hatton, bu değişikliklerle ortaya çıkan göçmen kazançları kalıplarının, 20. yüzyıldakilerle ve 19. yüzyılda göçmen asimilasyonu konusundaki geleneksel görüşlerle daha mantıklı geldiğini belirtiyor.