Kara Ölüm Veba
Kara ölüm nedir?
Kara Ölüm, insanlık tarihin de yaşanmış en yıkıcı salgın hastalıklardan biriydi. Avrasya'da yaklaşık 75 ila 200 milyon arasında insanın ölümüne yol açmıştır. 1346-1353 yıllarında salgın Avrupa'da zirveye ulaşmıştı. Kara Ölüm'ün (hastalığının) ortaya çıkışına ilişkin olarak birçok teori ortaya atılmıştır. Kuzey ve Güney Avrupa'da, salgına kurban giden insanların kalıntıları üzerinde yapılan DNA analizleri sonucu, 2010 ve 2011 yılında yayımlanan çalışmalar hastalığın ana nedeni olarak ''Yersinia pestis'' bakterisini işaret etmektedir. Zaman içerisinde evrim geçirmesi sonucu hastalığın değişik formları da ortaya çıkmıştır.
Kara Ölüm'ün, Orta Asya'nın kurak ovalarında ortaya çıktığı ve daha sonra İpek Yolu boyunca yayılarak 1343 yılında Kırım'a ulaştığı düşünülmektedir. Buradan, büyük ihtimalle ticari gemilerde bulunan, farelerin sırtlarında yaşayan '' Keme Pireleri'' yoluyla Avrupa'ya ulaşmıştır. Akdeniz ve Avrupa'da yayılan Kara Ölüm'ün, Avrupa'nın o gün ki toplam nüfusunun %30-60'ını öldürdüğü tahmin edilmektedir. Hastalık, 14. yüzyılda dünya nüfusunu 450 milyondan 350-375 milyona düşürmüştür. Dünya nüfusu 17. yüzyıla kadar hastalık öncesindeki büyüklüğüne ulaşamadı. Hastalık Avrupa'da aralıklarla 19. yy'a kadar görülmeye devam etti.
Veba, Avrupa tarihi üzerinde derin etkileri olan bir dizi dini, sosyal ve ekonomik değişikliğe yol açtı.
Veba'ya verilen isimler


12. yüzyılda Fransız hekim Gilles de Corbeil ''Hastalık Belirtileri ve Semptomları Üzerine'' (Latince: De signis et cinthomatibus egritudinum), isimli eserinde "kara ölüm" (atra mors) ifadesini ''yüksek ateş'' (febris pestilentialis) durumunu belirtmek için kullanmıştır.
Veba salgını ile aynı dönemde yaşamış olan yazarlar hastalığı "Büyük Ölüm" ya da "Büyük Veba (Salgın)" olarak nitelendirmişlerdir.
"Kara Ölüm" (mors nigra) ifadesi, Belçikalı bir astronom olan Simon de Covino (ya da Couvin) tarafından 1350'de yazdığı "Satürn Şöleninde Güneş'in Yargısı" (De judicio Solis in convivio Saturni) şiirinde kullanılmıştır. Astronomlar vebanın ortaya çıkışını, Jüpiter ile Satürn'ün birleşimine bağlanmışlardır. İngiliz tarihçi Gasquet, 1908'de, kara ölüm (atra mors) isminin ''salgın'' anlamında ilk defa 1631 yılında Danimarkalı tarihçi J.I. Pontanus'un yazdığı kitapta kullanıldığını iddia etmiştir. ''Genel olarak etkilerinden dolayı, onu "siyah ölüm" olarak adlandırdılar. Daha sonra bu isim İskandinavya ve Almanya boyunca yayılarak 14. yüzyılın ortalarına doğru tamamen hastalığı belirmek için kullanılmaya başlanmıştır. İngiltere'de,1823 yılına kadar Orta Çağ'da yaşanan salgına "Kara Ölüm" adı verilmedi.
Veba nasıl ortaya çıktı?
Hastalığın kökeni

Yersinia pestis bakterisinin sebep olduğu veba hastalığı, marmotlar da dahil olmak üzere, genellikle kemirgenlerde bulunan pireler ile taşınmaktaydı. Hastalık genellikle Orta Asya, Mezopotamya, Batı Asya, Kuzey Hindistan ve Uganda bölgelerinde görülmüştür. Kırgızistan'da Issyk Kul Gölü yakınlarında 1338-1339 yıllarına tarihlenen Nestor mezarlarında, epidemiyologlara göre bu mezarlarda vebaya ait izler bulunmaktadır. Salgının Çin ve Hindistan'a kolayca yayılabileceğini gösteren bulgular vardır. Tıbbi genetik uzmanlar, Ekim 2010'da veba salgınının en büyük üç dalgasının Çin'den başladığını düşünmektedirler. Çin'de, 13. yüzyılda yaşanan Moğol istilası, tarım ve ticarette büyük bir düşüşe neden oldu. Bununla birlikte, ekonomik iyileşme, 14. yüzyılın başında ancak görülmeye başlanmıştır. 1330'larda Çin'de yaşanan çok sayıdaki doğal afet ve salgın hastalıklar ülkede büyük bir kıtlığa neden oldu. 1331'de ölümcül veba ülkede görülmeye başlandı. Veba 1347'de Konstantinopolis'e (İstanbul) ulaşmadan önce Asya'da 15 yıl boyunca 25 milyon Çinli ve Asyalının ölümüne neden oldu.

Hastalık İpek Yolu boyunca Moğol orduları veya tüccarlar aracılığı ile taşınmış olabilir. Bir diğer iddia ise hastalığın gemilerdeki fareler vasıtasıyla taşındığıdır. 1346 yılı sonuna kadar, veba ile ilgili raporlar Avrupa Limanlarına ulaşmaya başlamıştı: Hindistan neredeyse boşaldı, Tataristan, Mezopotamya, Suriye, Ermenistan tamamen ölü bedenler ile kaplı durumda.
Hastalığın, ilk olarak 1347'de Kırım'da bir liman kenti olan Kaffa'daki Cenevizli tüccarlar tarafından Avrupa'ya getirildiği rapor edilmiştir. Şehir Jani Beğ liderliğindeki Moğol ordusu tarafından uzun süreli bir kuşatma altına alınmıştı. Şehri kuşatan Moğol Ordusu da aynı hastalıktan muztaripti. Kuşatma sırasında hastalık taşıyan ölü bedenleri mancınıklar ile şehrin içerisine atarak şehri savunan güçlerin direnişini kırmayı amaçlamışlardır. Cenevizli tüccarlar, veba mikrobunu taşıyan gemileri ile bölgeden kaçtılar. Önce Sicilya'ya ardından Güney Avrupa'ya ulaştılar ve hastalık kuzeye doğru hızla yayıldı. Bu iddianın doğru olup olmamasına bakılmaksızın, Avrupa'da o tarihte yaşanan savaş, kıtlık ve hava şartları gibi çeşitli nedenler Kara Ölüm'ün hızla yayılarak ciddi bir salgına dönüşmesine büyük katkı sağlamıştır.

Avrupa'da veba salgını
Avrupa'da hastalık ile ilgili birçok tanımlama yapılmış gibi görünüyor. Hastalık, 13 Ekim'de Sicilya'ya ulaştı. On iki Ceneviz kadırgası tarafından taşınan hastalık kısa sürede hızla adanın her tarafına yayıldı. Ocak 1348'de Kaffa'daki kadırgalar Cenevre'ye ve Venedik'e ulaştı. Birkaç hafta sonra Pisa'da meydana gelen salgın, hastalığın kuzey İtalya'ya giriş noktası oldu. Ocak ayının sonlarına doğru, İtalya'dan sınır dışı edilen gemilerden biri Marsilya'ya geldi.

İtalya'dan gelen hastalık, kuzeybatıya doğru hızla yayılmıştı. Haziran 1348'e kadar Fransa, İspanya, Portekiz ve İngiltere'yi vuran hastalık daha sonra doğuya doğru yönelerek 1348'den 1350'ye kadar Almanya ve İskandinavya'da hızla yayılmıştır. Hastalık 1349'da Norveç'te görülmeye başladı. Norveç Askøy'daki Bergen'e gelen bir gemi hastalığı bu ülkeye taşıdı. Ardından hastalık İzlanda'da görüldü. En sonunda hastalık 1351 yılında Rusya'nın kuzeybatı kesimlerine yayıldı. Hastalık Avrupa'nın bazı bölgelerinde, özellikle komşuları ile daha az ticaret yapan ve izole bir halde yaşayan yerlerde çok daha düşük bir seviye de görülmüştü. Buralara örnek verecek olursak Polonya Krallığı, Bask Bölgesinin büyük çoğunluğu, Belçika ve Hollanda'nın izole kısımları ve bazı izole Alp köyleri gösterilebilir.

Modern araştırmacılar, veba'nın Avrupa'da sıçan nüfusu nedeniyle yayıldığını düşünmemektedirler. Hastalık defalarca kemirgen taşıyıcıları yok etti, zira pireler, Orta Asya'da yeni bir salgın başlayıncaya ve süreç yeniden tekrarlanıncaya kadar çoktan ölmüş oluyordu. Araştırmacılar hastalığın zorlu koşullar olan sıcak ve menli yerlerde dahil gerbiller gibi diğer türler arasında saklanarak 15 yıl boyunca daha varlığını devam ettirebildiğini göstermiştir.

Orta Doğu'da veba salgını
Hastalık, salgın dönemi sırasında Orta Doğu'daki çeşitli ülkeleri de etkiledi. Hastalığın görüldüğü ülkelerde nüfus ciddi oranda azaldı ve bu ülkelerde hem ekonomik hem de toplumsal yapıda büyük değişiklikler gözlemlendi. Hastalık Batı Avrupa'ya doğru yayılırken, aynı dönemde Rusya'nın güneyinden de bölgeye girdi. 1347 yılının sonbaharında veba Mısır'daki İskenderiye şehrine ulaştı. Hastalık büyük ihtimalle yoğun bir şekilde ticaret yapılan İstanbul limanından veya Karadeniz'deki limanlar vasıtasıyla bölgeye ulaştı. Hastalık, 1347'de doğuya doğru yayılarak Gazze'ye ulaştı, ardından doğu sahilleri boyunca kuzeye doğru yayılmaya başladı. Bu salgın dalgasından Lübnan, Suriye ve Filistin'deki Aşkelon, Akra, Kudüs, Sidon, Şam, Humus ve Halep etkilendi. 1348-1349'da hastalık Antakya'ya ulaştı. Şehirde yaşayanlar kuzeye doğru kaçmaya başladılar. Birçoğu yolculuk sırasında öldü fakat diğer şehirlere ulaşmayı başaran bazı insanlar hastalığın Küçük Asya'da yaşayan diğer insanlara bulaşmasına neden oldular.

Mekke, 1349 yılında hastalıktan etkilendi. Aynı yıl Musul kentinin büyük bir salgın yaşadığı ve Bağdat kentinde hastalığın ikinci dalgasının görüldüğü kayıtlara geçti. 1351 yılında Yemen, Kahire'de hapsedilen Yemen Sultanı El-Mücahid Ali'sinin iadesi ile çakışan dönemde veba salgını yaşadı. Sultan'ın maiyetindeki insanlar hastalığı bölgeye getirmiş olabilirler.
Veba belirtileri

Günümüzde hastalık hakkında ki sahip olduğumuz bilgiler çok çeşitlidir ve büyük oranda yanlışlıklar içermektedir. En sık görülen semptom, kasıkta, boyunda ve koltukaltı bölgelerinde, iltihap sızdıran ve açıldığında kanayan buboların (veya gavokliyolar) görülmesiydi. Boccaccio'nun görsel açıklaması:
Erkeklerde ve kadınlarda kasık veya koltuk altı bölgelerinde bazı tümörlerin ortaya çıkmasıyla kendini ilk olarak ele vermiştir; bazıları bir elma kadar büyüyebilirken, bazıları ise bir yumurta büyüklüğündedir... Bedenin bu iki bölümünde bulunan ölümcül gavocciololar giderek büyük bir hızla bedenin her tarafına yayılmaya başlar; bu andan sonra hastalığın şeklide giderek değişmeye başlar. Vücutta, kollarda, uyluk bölgelerinde ve daha bir çok noktada morarmalar veya siyah lekeler görülmeye başlar. Bu lekeler vücutta her dakika daha fazla görülür. Gavocciololar, yanılmaz bir şekilde, kendisinin bulunduğu insanların ölüme yaklaştıklarının bir işareti olarak kabul edilirlerdi.
Boccaccio'nun açıklamalarında kuşkulu olan tek tıbbi ayrıntı, gavoccioloların, ölüme yaklaşmanın 'kesin bir kanıtı' olarak kabul edilmesidir. Oysaki bu bubolar boşaltılırsa iyileşmek mümkün olabilirdi.

Bu buboları daha sora akut ateş ve kan kusma izledi. Kurbanların çoğu enfeksiyona yakalandıkları ilk iki ila yedi gün sonra öldü. Pire sokması nedeniyle deride oluşabilecek çatlak benzeri lekeler ve döküntüler, veba için bir başka potansiyel işaret olarak kabul edilmişti.
Bazı kaynaklar, Lodewijk Heyligen gibi, Cardinal Colonna 1348' de vebadan öldüğünü ve hastalığın akciğerlere bulaşarak solunum yollarını ciddi oranda etkilediği farklı bir biçimininden bahsederler. Bu veba şekli ise daha çok pnömonik veba ile tanımlanmıştır.
Vebanın üç faklı biçimi olduğu söyleniyor. İlki insanlarda solunum zorluklarına neden olan akciğerleri etkileyen veba biçimidir. Bu veba biçimine sahip olan birisi hiçbir kurtuluş yolu olmadan iki gün içerisinde ölmektedir. Bir diğer biçimi ise koltuk altı bölgelerinde patlayan kabarcıklar şeklindedir. Üçüncü biçimi ise her iki cinste de kasıklarda görülen kabarcık ve döküntüler şeklindedir.
Vebanın nedenleri

Medikal bilgi Orta Çağ'da sabit bir şekilde durmuştu. O tarihteki en güvenilir hesap, Paris'teki tıp fakültesinden, havada "büyük bir hüzünlenmeye" neden olan, 1345'te üç gezegenin birleşimi şeklinde gökyüzünü suçlayan bir rapor Fransa kralına geldi. Bu rapor, muzdarip kişilere tavsiyelerde bulunmaya çalışan ve vebanın kaynağının açıklanmaya çalışıldığı ilk yayın haline geldi. Vebanın kötü hava kaynaklı olduğu, en yaygın kabul gören teori oldu. Bugün bu, miasma teorisi olarak bilinir. 'Veba' kelimesi Orta Çağ'da özel bir tanıma sahip değildi. O dönemde yaşanan bütün hastalıklar veba kelimesi ile adlandırılıyordu.

Hijyenin önemi yalnızca on dokuzuncu yüzyılda anlaşılmaya başlandı. O zamana kadar sokaklar pislik içerisindeydi, etrafındaki canlılar ve insanlar çok miktarda parazit taşıyordu. Bulaşıcı bir hastalık bu gibi durumlarda kolayca yayılabilirdi. Kara Ölüm salgınlarının devam etmesinin bir sonucu olarak ilk defa 1377'de Dubrovnik'de karantina uygulanması fikri ortaya atıldı.

Kara Ölüm için günümüzde kabul edilen açıklama olan, hastalığın Güney Çin'den başlayarak Hindistan'a kadar yayıldığı ve bu hastalıktan da "Yersinia Pestis" bakterisinin sorumlu olduğu iddiası 1865 yılında ortaya atılmıştır. Bu iddia patojen üzerinde araştırmalar yapmak için Hong Kong'a giden Fransız-İsviçreli bilim adamı Alexandre Yersin tarafından (yaptığı keşifler sonucu Yersinia pestis bakterisine ismi verilmiştir) öne sürülmüştür. 1898'de Paul-Louis Simond hastalığın nasıl yayıldığını öğrenmek için bir takım deneylerde bulundu. Simond, hastalığı taşıyan bir konak canlı üzerinde yaşayan pirelerin bağırsak bölgesinde bazı tıkanıklıkların oluştuğunu gözlemledi. Bu tıkanıklıklar hastalığın yayılmasını önlemek için pirenin savunma mekanizmasının aldığı bir önlemdi. Ancak bu tıkanıklıklar nedeniyle pireler rahat beslenememekte ve bu nedenle büyük bir açlık içerisinde diğer canlılara defalarca saldırmaktaydılar. Bu da binlerce bakterinin diğer canlılara bulaşmasına neden olmaktaydı. Hastalığın yayılarak varlığını sürdürebilmesi iki farklı popülasyonun varlığına bağlıydı. İlki hastalığa dirençli, taşıyıcılar gibi, hastalığın yayılmasına imkan verenler, ikincisi ise daha az direnç göstererek hastalığın varlığını sürdürmesine yardımcı olanlardır. İkinci popülasyondaki canlılar ölünce pireler insanlar da dahil olmak üzere diğer canlılara yönelerek hastalığın yayılmasına neden olmuşlardır.

Tarihçi Francis Aidan Gasquet, 1893'te "Büyük Veba" hakkında bir yazı yayımladı. Bu yazısında "Doğuda bazı sıradan formları bubonic veba şeklinde görülebilir" iddiasında bulunmuştu. 1908'de yazdığı ikinci versiyonda hastalığın adını "Kara Ölüm" olarak yeniden değiştirdi. Bu hastalığın yayılmasından fareleri ve pireleri sorumlu tuttu. Ayrıca Antik Dönemde ve Orta Çağ'da yaşanan bazı salgınları da bu kapsam içerisinde yeniden ele aldı. Justinyen salgını Doğu Roma İmparatorluğu'nda MS 541'den 700'e kadar görülmüştür.
Hastalığın diğer formları da bilim adamları tarafından değerlendirmeye alınmıştır. Modern bubonic vebada, % 0-75'lik bir ölüm oranı vardır. Hastalığın belirtileri arasında 38-41 ° C (100-106 ° F) arasında ateş, baş ağrısı, eklem ağrıları, bulantı, kusma ve genel bir halsizlik hissi sayılabilir. Tedavi edilmeden bırakıldığında, topaklanma geçirenlerin %80'i sekiz gün içinde ölür. Pnömonik vebada ise ölüm oranı yüzde 90 ila 95 arasındadır. Bu tür vebanın belirtileri ise yüksek ateş, öksürük ve kanla karışık balgamdır. Hastalık ilerledikçe balgam parlak kırmızı renkte bir akıntı halini alır. Septik veba ise hastalığın üç formu arasında en az rastlanılanı ve %100 ölüm oranı ile en tehlikeli olanıdır. Hastalığın belirtileri ise yüksek ateş ve cilt üzerinde meydana gelen morarmalardır (deri altı kanamaları nedeni ile kırmızı döküntüler görülür). Pnömonik ve özellikle septisemik veba hastalarında, hastalık o kadar hızlı ilerlemektedir ki bubo keseciklerinin oluşması için dahi zaman kalmamaktadır.
Vebada DNA kanıtı


1998 yılında Drancourt ve Raoult'un tartışmalı tanımlamasının ardından oluşturulan çok uluslu bir ekip Yersinia Pestis bakterisinin Kara Ölüm salgınında oynadığı rolün yeniden değerlendirilmesi için bir çalışma başlattı. Bu konuda 2010 yılının Ekim ayında ise açık erişimli bir tıp dergisi olan PloS Pathogenler'de bir makale yayımlandı. Araştırmacılar çalışmaları için Avrupa'nın kuzeyinde, merkezinde ve güneyinde bulunan veba kurbanlarına ait toplu mezarlardan aldıkları diş örnekleri üzerinde incelemeler yaptılar. Bu örnekler üzerinde polimeraz zincir reaksiyonu (PCR) tekniğini kullanarak bakterinin DNA/RNA incelemesi yapıldı. Araştırmacılar ortaya koydukları deliler ve Almaya ile Fransa'da yapılan çalışmalar ile Orta Çağ'da Avrupa'yı harap eden Kara Veba'nın ortaya çıkışında Yersinia Pestis bakterisinin etkili olduğunu ortaya çıkardılar. Bu çalışma ile Kara Veba'nın kökeni ile ilgili olan tartışmalar da sona ermiş bulunuyordu.

Ayrıca yine bu çalışma ile, Orta Çağ'dan kalma toplu mezarlarda Y. pestis'in DNA yapısı ile ilişkili daha önce hiç bilinmeyen iki genom da bulunmuştur. Bu genomların (ki soylarının tükenmiş olduğu düşünülmektedir) modern Y. pestis bakterisinin atasında yer aldığı düşünülmektedir. Bu genomlara Y. p. Orientalis ve Y. p. Medievalis adı verilmiştir. Bu genomlar hastalığın Avrupa'ya iki dalga halinde gelmiş olabileceğini göstermiştir. Fransa ve İngiltere'deki mezarlarda yapılan çalışmalar hastalığın Avrupa'ya ilk olarak 1347 Kasım'ında Marsilya limanından giriş yaptığı ve sonraki iki yıl boyunca kuzeye doğru yayılarak 1349 baharında İngiltere'ye ulaşarak üç farklı salgın dalgasına neden olduğunu ortaya koymuştur. Bir Hollanda kasabası olan Bergen op Zoom civarındaki mezarlarda yapılan çalışmalar ise Felemenk bölgesinde 1350 civarında görülen hastalığa neden olan Y. Pestis bakterisinin İngiltere ve Fransa'daki bakteriden daha farklı olduğunu ortaya koymuştur. Felemenk bölgesindeki insanlar doğrudan İngiltere ve Fransa'daki salgından etkilenmemekle beraber büyük ihtimalle Norveç ve Hansa Birliği üyesi şehirlerden gemiler nedeniyle hastalığın ikinci dalgasından etkilenmişlerdir.

Haensch çalışmasının sonuçları o günden beri teyit edilmiş ve sürekli değiştirilmiştir. İngiltere'deki Doğu Smithfield mezarlığında Kara Ölüm kurbanlarının mezarlarından elde edilen genetik kanıtlara dayanarak, Schuenemann ve arkadaşları, 2011'de "Orta Çağ Avrupa'sını kasıp kavuran bu hastalığın günümüzde var olamayan bir Y.Pestis türünden kaynaklandığını" söylemişlerdir. Ekim 2011'de Nature dergisinde yayınlanan bir çalışmada, hayatını kaybeden kurbanlarda bulunan Y. pestis bakterisinin genomu sıralandı. Kara Ölüm'e neden olan bakterinin, günümüzde var olan bakterinin atası olduğu iddia edildi.
Londra'da bulunan 14. yüzyıldan kalma 25 iskeletten alınan DNA'nın, 2013 yılında Madagaskar'da bulunan veba kurbanlarındaki Y.Pestis bakterisinin DNA'sı ile aynı olduğu ortaya çıkmıştır.
Veba hakkında diğer bilgiler
Veba teorisine karşı, 1970 yılında İngiliz bakteriyolog JFD Shrewsbury yaptığı çalışmalarıyla meydan okudu. Yaptığı çalışmalar ile Shrewsbury 14. yüzyılda salgın sırasında kırsal alanlarda bildirilen ölüm oranlarının modern bubonik salgın oranlarına göre çok tutarsız olduğunu ve o dönem ki yazarlar tarafından abartıldığını iddia etmiştir. 1984'te zoolog Graham Twigg, bubonik veba teorisine doğrudan meydan okumak için ilk büyük çalışmayı yaptı ve Kara Ölüm'ün kimliğiyle ilgili şüpheleri, aralarında Samuel K. Cohn Jr. (2002 ve 2013), David Herlihy (1997), Susan Scott ve Christopher Duncan (2001) da dahil olmak üzere birçok yazarı da etkiledi.
Veba epidemiyolojik kayıtlarının da en az belirtileri kadar önemli olduğuna dikkat çeken yazarlar, ne yazık ki o dönemde kayıtların düzgün tutulamaması nedeniyle çalışmaları da büyük oranda sınırlandırmıştır. Hastalıkla ilgili çalışmalar büyük oranda İngiltere için yapılmıştır. Kıyamet Kitabı'nın (Domesday Book) yazıldığı 1377 yılına kadar ülkede herhangi bir nüfus sayımı yapılmamıştır ve bu kitapta ülkede hastalığa yakalananların sayının nüfusun %100'ü olarak belirtmektedir. Vebaya kurban giden insanlarla ilgili tahmini sayılar büyük oranda papazlar tarafından tutulan kayıtlardan çıkarılmaktadır.
Sıçan popülasyonunun böylesine büyük çaplı bir salgını açıklamak için yetersiz olduğunu iddia eden yazarlar ek olarak, Kara Ölüm'ün belirtilerinin de benzersiz olmadığını ileri sürmektedirler (ve bazı belirtiler salgınlar arasında farklılıklar gösterebilir). Canlılar arasında hastalığın pire yolu ile taşınmasın biraz marjinal bir ihtimal olduğunu da iddia etmektedirler. Ayrıca Avrupa boyunca uzanan kurbanlara ait toplu mezarlardan alınan DNA örneklerine rağmen bazı yazarlar hastalığın sadece belirli bölgelerde görüldüğünü iddia ederler. Bazı araştırmacılar ise 14. ve 17. yüzyıldaki salgınlardan önce fare ölüm hızlarının hesaplanamadığını söylerler. Hastalığın görüldüğü yıllarda Avrupa'daki iklimin daha soğuk olduğunu ve bu nedenle pirelerin bu sıcaklık değerlerinde yaşamasının daha zor olduğunu söylemektedirler. Bu nedenler hastalığın daha yavaş yayılarak ve daha sınırlı bir bölgede görülmesi gerekirken günümüzdeki salgınlardan çok daha hızlı yayılmaktaydı. Günümüzde yaşanan salgınlar kırsal bölgelerde daha az bir oranda görülürken Kara Ölüm hem kırsal hemde şehirsel alanları aynı şiddette etkilemekteydi. Ayrıca hastalık aynı bölgelerde 5 ila 15 yıl arasında tekrar görülürken günümüzde salgın hastalıkların aynı bölgede tekrar görülmesi çok düşük bir ihtimaldir.

McCormick, arkeologların daha önceki dönemlerde ''zahmetli'' bir iş olan sıçan kalıntılarını bulmak ile ilgilenmediklerini iddia etmiştir. Walløe, bu yazarların hepsinin, diğer bütün ihtimallerin göz ardı edilerek ''Hindistan'daki Y.Pestis bakterisinin yayılma ihtimali olarak sadece Simond'un denkleminin kullanılmasından'' şikayetçi olduklarından bahseder (hastalıklı fare → hastalıklı pire → hastalıklı insan ). Benzer şekilde Green'de, hastalığın yayılma ihtimalleri içerisinde diğer hayvanlarında (özellikle ortak yaşamdan uzak) göz ardı edilmemesi gerektiğini savunmuştur.
Bazı araştırmacılar Y. pestis'e yönelik çeşitli alternatif bakteri türleri öne sürmüşlerdir. Twigg, salgının nedenin bir tür şarbon mikrobu olduğunu ileri sürerken Norman Cantor ise (2001) hastalığın nedeni olarak şarbon ile başka bir bakterinin bir araya gelmiş olabileceğini iddia etmiştir. Scott ve Duncan ise hastalığın Ebola'ya benzer kanamalı veba türü olduğunu ileri sürmüştür. Arkeolog Barney Sloane ise Orta Çağ Londra'sına ait liman kayıtlarında çok sayıda farenin yok olduğunu gösteren kanıtların yetersiz olduğunu ve bu nedenle de hastalığın pireler ile yayıldığı iddiasının desteklenemeyeceğini öne sürmüştür. Sloane hastalığın pireler ile değil insandan insana doğru yayıldığını savunmuştur. Bununla birlikte, hastalığın nasıl yayıldığına yönelik alternatif ortak bir yayılma yolu kabul görmemiştir. Y. pestis'in salgının ana nedeni olduğunu savunan birçok bilim adamı hastalığın bu denli hızlı ve büyük çapta yayılmasında tifüs, su çiçeği ve solunum yolu enfeksiyonları gibi diğer hastalıklarla da kombine olabileceğini iddia etmişlerdir. Bununla beraber hastalığın kişiye bulaşmasından önce bir çeşit, septisemik (bir "kan zehirlenmesi") veya pnömoni (vücudun geri kalan kısmından önce akciğerlere havayla bulaşan hastalık) bir hastalığın kişiye bulaştığı ve bu nedenle soğuk mevsimsel şartlarda dahi hastalığın yüksek ölüm oranlarına sahip olduğu iddia edilmiştir. 2014 yılında Clerkenwell bölgesinde kurbanlara ait 25 kalıntıyı inceleyen İngiliz Halk Sağlığı bilim adamları kurbanlarda pnömonik hastalık belirtilerini destekleyen kalıntılar bulduklarını açıklamışlardır.
Veba hastalığı sonuçları
Vebadan ölenler

Hastalık sonucu yaşanan ölümlerin sayısına ilişkin kesin bir rakam yoktur. Ölüm oranları bölgeden bölgeye değişiklik göstermekteydi. Kentsel bölgelerde, salgın öncesi nüfus arttıkça, hastalık sonucu yaşanan anormal ölümlerin süresi de o kadar artmaktaydı. Orta Çağ tarihçisi Philip Daileader'e göre (2007'de) Avrasya bölgesinde hastalık nedeni ile yaklaşık 75 ila 200 milyon insan ölmüştür.

Yeni araştırmalar, dört yıllık bir dönem için ölen Avrupalıların oranının toplam nüfusun %45-50'sine denk geldiğini belirtmiştir. Coğrafi durumlara göre ölüm oranlarının dağılımında bir düzenleme yapılmıştır. Akdeniz Avrupa'sında, özelikle İtalya, Fransa'nın güneyi ve İspanya gibi bölgelerde, hastalık 4 yıllık bir süre içerisinde nüfusun %75-%80'ini etkilemiştir. Almanya ve İngiltere'de ise bu oran muhtemelen %20 civarındaydı.
Norveçli tarihçi Ole Benedictow Avrupa'daki ölümler için %60 gibi yüksek bir rakam vermiştir.
Mevcut ölüm verilerinin ayrıntılı bir şekilde incelenmesi, Kara Ölüm'ün neden olduğu ölümlerle bağlantılı iki göze çarpan özelliği göstermektedir. İspanya ve Güney Avrupa'dan İngiltere'ye ve hatta Avrupa dışındaki bölgelerde de yaşanan yüksek ölüm oranları ve yaşanan ölüm oranlarında ki benzerlikler. Eldeki veriler, Kara Ölüm'ün Avrupa nüfusunun yaklaşık yüzde 60'ını ortadan kaldırması ihtimalini arttırmak için yeterince yaygın ve çok sayıdadır. Genel olarak, o dönemde Avrupa nüfusunun 80 milyon civarında olduğu varsayılmaktadır. Bu iddia, Kara Ölüm'de yaklaşık 50 milyon insanın öldüğünü ileri sürmektedir.

Orta Doğu için, Irak, İran ve Suriye dahil olmak üzere bu dönemde Orta Doğu için en çok kabul gören tahmin, nüfusun yaklaşık üçte birinin öldüğüdür. Kara Ölüm, Mısır nüfusunun yaklaşık %40'ını öldürdü. Paris'in 100.000 kişilik nüfusunun yarısı öldü. İtalya'da, Floransa'nın nüfusu 1338'de 110-120 bin kişiden 1351'de 50 bine düştü. Hamburg ve Bremen nüfusunun en az %60'ı öldü ve Londralıların da benzer bir yüzdesi bu hastalıktan öldü. O dönem ki raporlar yaşanan yüksek sayıdaki ölümler nedeni ile kurbanların büyük toplu mezarlara gömüldüğünü söylerken Londra Merkezinde ise her bir kurbanın ayrı ayrı gömüldüğü ve gömülürken de Hristiyan geleneklerinin uygulandığı planlı ve izole bir mezarlık bulunmuştur. 1350'den önce Almanya'da yaklaşık 170.000 yerleşim yeri vardı ve bu sayı 1450'ye kadar yaklaşık 40.000 kadar azaldı. 1348'de veba, o kadar hızlı yayılıyordu ki, herhangi bir hekim veya hükumet görevlisi hastalığın yayılmasını engellemek için dahi herhangi bir tepki veremiyordu. Nüfusun zaten 1/3'ü yok olmuştu. Kalabalık şehirlerde, nüfusun % 50'sinin ölmesi sık görülen bir durumdu. Hastalık bazı bölgelere bulaşmadan buraları teğet geçti, ancak bu bölgelerde hastalığa karşı oldukça savunmasızdı. Rahibeler ve rahipler Kara Ölüm kurbanları için, bakım yaparken oldukça zorlandılar.
Kara ölüm salgını sonrası yapılan zulümler

Kara Ölüm'ün ardından dini öfke ve fanatizmde büyük bir patlama yaşandı. Bazı Avrupalılar veba için "Yahudiler, rahipler, yabancılar, dilenciler, hacılar, cüzzamlılar ve Romanlar gibi çeşitli grupları suçlayarak hedef aldılar. Cüzzam, sivilce veya sedef hastalığı gibi deri hastalıklarına sahip diğer kişiler, Avrupa çapında seçilerek imha edilmiştir.
14. yüzyıl şifacılar salgının nedenini açıklayamadıklarından dolayı, Avrupalılar, vebanın ortaya çıkmasının nedeni olarak Yahudiler tarafından kuyuların zehirlenmesini, astrolojik güçleri ve depremleri gördüler. Avrupa hükumetlerinin yaşanan salgına karşı açık bir tepki verememesinden dolayı kimse vebanın nedenini veya nasıl yayıldığını bilmiyordu. 14. yüzyılda enfeksiyon mekanizması ve hastalıkların taşınması çok az anlaşılıyordu. Birçok kişi yalnızca Tanrının öfkesinin böylesine korkunç felaketler ortaya çıkarabileceğine inanıyordu.
Yahudi cemaatlerine karşı Avrupa'da birçok saldırı düzenlendi. Şubat 1349'da, Strazburg vatandaşları 2.000 Yahudiyi öldürdü. Ağustos 1349'da, Mainz ve Köln'deki Yahudi cemaatler tamamen yok edildi. 1351 yılına gelindiğinde 60 ana ve 150 küçük Yahudi cemaati yok edildi.
Vebanın tekrarlaması

Veba, Avrupa ve Akdeniz'de 14. ve 17. yüzyıl boyunca defalarca yeniden görüldü. Biraben'e göre, hastalık 1346 ile 1671 yılları arasında Avrupa'da bir yerde sürekli mevcuttu. İkinci Salgın dalgası ile hastalık, özellikle daha sonraki yıllarda, daha fazla yaygınlaştı: 1360-1363; 1374; 1400; 1438-1439; 1456-1457; 1464-1466; 1481-1485; 1500-1503; 1518-1531; 1544-1548; 1563-1566; 1573-1588; 1596-1599; 1602-1611; 1623-1640; 1644-1654; ve 1664-1667. İlerleyen zaman içerisinde yaşanan salgınlar daha ciddi olmasına rağmen Avrupa'nın (18. yüzyıl) ve Kuzey Afrika'nın (19. yüzyıl) büyük çoğunluğunda hastalık artık görülmemeye başlandı. Geoffrey Parker'a göre, "Fransa tek başına sadece 1628-31 yılları arasında yaşanan salgında vebadan dolayı neredeyse bir milyon insanı kaybetmiştir."

İngiltere'de, nüfus sayımına dair güvenilir kayıtların olmaması nedeniyle ülke nüfusunu 1300 yılı için en yüksek 7 milyon en düşük ise 4 milyon olarak tahmin etmektedirler. Salgın sonrası nüfusun 2 milyon kişi kadar azaldığı düşünülmektedir. 1350 yılının sonunda, Kara Ölüm'ün ülkede görülme sıklığı ciddi oranda azaldı ancak tamamen sıfırlanamadı. Sonraki yüzyıl boyunca ülkede, 1361-1362, 1369, 1379-1383, 1389-1393 salgınları ile 15. yüzyılın ilk yarısı boyunca ciddi salgınlar meydana geldi . 1471'de meydana gelen bir salgın nüfusun %10-15'ini yok etti, 1479-1480 veba ölüm hızı ise %20'ye kadar yükselmiş olabilirdi. Tudor ve Stuart dönemlerinde İngiltere'de yaşanan en büyük salgınlar, 1498, 1535, 1543, 1563, 1589, 1603, 1625 ve 1636 yıllarında yaşanmıştır. Ülkedeki büyük çaplı salgınlar 1665'de yaşanan Londra Büyük Vebası ile sona ermiştir.

1466'da yaşanan salgından dolayı Paris'te 40.000 kişi vebadan dolayı öldü. 16. ve 17. yüzyıllarda veba, Paris'in %30'luk bir kesiminde etkinliğini sürdürmekte idi. Kara Ölüm, Rusya'ya doğru yayılmadan üç yıl önce 1350 ve 1490 yılları arasında ülkede 25 ayrı noktada görülmekteydi. 1563, 1593, 1603, 1625, 1636 ve 1665'de yaşanan salgınlar Londra'yı perişan etti. Bu yıllar boyunca şehrin nüfusunu %10 ile 30 oranında azaldı. Amsterdam'ın nüfusunun %10'undan fazlası 1623-1625 ve 1635-1636, 1655 ve 1664 yıllarındaki salgınlardan dolayı öldü. 1361-1528 yılları arasında Venedik'te 22 kez salgın yaşandı. Venedik'te 1576-1577 yıllarındaki veba salgınında 50.000 kişi öldü, bu sayı şehrin neredeyse üçte birine denk gelmekteydi. Orta Avrupa'da geç dönemde yaşanan salgınlar, Otuz Yıl Savaşı sırasında askeri birliklerin hareketleri ile bağlantılı olan 1629-1631 yılları arasında yaşanan İtalya Salgını ve 1679'daki Büyük Viyana Salgını'dır. Norveç'in nüfusunun %60'ından fazlası 1348-1350'deki salgında öldü. En son 1654'te yaşanan salgın Oslo'yu harap etti.

17. yüzyılın ilk yarısında, İtalya'da yaşanan veba salgını yaklaşık 1,7 milyon insanın hayatına mal oldu. Bu sayı o dönem ki nüfusun yaklaşık %14'üne denk geliyordu. 1656'daki veba salgını, Napoli'nin 300.000 sakininin yaklaşık yarısını öldürdü. 17. yüzyılda İspanya'daki veba salgınında hastalığın geniş bir alanda etkin olmasından dolayı 1,25 milyondan fazla ölüm meydana geldi. 1649'daki veba, muhtemelen Seville nüfusunu yarı yarıya azalttı. 1709-1713 yıllarında, Büyük Kuzey Savaşı sonrasında (1700-1721, İsveç-Rusya ve müttefikleri) yaşanan veba salgını, İsveç'te yaklaşık 100.000, Prusya'da ise yaklaşık 300.000 kişiyi öldürüldü. Veba, Helsinki sakinlerinin üçte ikisini öldürdü ve Stockholm nüfusunun üçte birini yok etti. Avrupa'da yaşanan son büyük salgın 1720'de Marsilya'da meydana geldi.
Kara Ölüm, İslam dünyasının büyük çoğunluğunu da kasıp kavurdu. Veba, İslam dünyasında neredeyse 1500 ile 1850 yılları arasında en az bir yerde bulunmaktaydı. Veba, Kuzey Afrika şehirlerini art arda vurdu. Cezayir, 1620-1621, 1654-1657, 1665, 1691 ve 1740-1742 yıllarındaki salgınlarda 30 ila 50 bin kişi hayatını kaybetti. Veba, 19. yüzyılın ikinci çeyreğine kadar Osmanlı toplumunda da önemli bir olay olarak kaldı. 1701 ile 1750 yılları arasında İstanbul'da 37 tane büyük ve daha küçük salgınlar kaydedildi. 1751 ile 1800 yılları arasında otuz bir salgın vakası yaşandı. Bağdat, veba salgınından ciddi biçimde etkilendi ve nüfusunun üçte ikisi yok oldu.

Üçüncü veba salgını
Üçüncü veba salgını dalgası (1855-1859), 19. yüzyılın ortalarında Çin'de başladı ve insanların yaşadığı bütün kıtalara yayıldı. Hastalık yalnızca Hindistan'da 10 milyon insanı öldürdü. 1900-1925 yılları arasında Avustralya'da yaşanan 12 salgın başta Sydney olmak üzere 1.000'in üzerinde kişinin ölümü ile sonuçlandı. Bu salgın sonrasında Halk Sağlığı Birimi kuruldu. Bu birimde Y.Pestis'in, sıçan pireleri yoluyla insanlara nasıl bulaştığına dair bazı önemli araştırmalar yapıldı.
Kuzey Amerika'da yaşanan ilk salgın, 1900-1904 yılları arasında San Francisco'da gerçekleşti ve salgını 1907-1908'de yaşanan ikinci bir salgın takip etti. 1944'ten 1993'e kadar, Amerika Birleşik Devletleri'nde 362 insanın vebaya yakalandığı bildirildi. Bu vakaların %90'ı dört batı eyaletinde gözlemlenmiştir; Arizona, Kalifornia, Colorado ve New Mexico.
Hastalığa karşı geliştirilen modern mücadele yöntemleri, antibiyotik kullanımı ve pirelerin yaşayabileceği alanların ilaçlanmasıdır. Veba bakterileri ilaçlara karşı direnç geliştirerek yeniden önemli bir sağlık tehdidi haline gelebilirler. 1995 yılında Madagaskar'da ilaçlara dirençli bir bakteri örneği bulundu. Yine Kasım 2014'te Madagaskar'da yeni bir salgının başladığı bildirildi.