Kadın Psikolojisi
Kadın psikolojisi hakkında
Dişil psikolojisi, toplumsal cinsiyet, dişi insan kimliğine ve kadınların yaşamları boyunca özellikle sosyal, ekonomik ve siyasi konularda karşılaştığı sorunlara odaklanan psikolojiye yönelik bir yaklaşımdır.
Annelik ve kariyer
Kadın psikologları tarafından özetlenen bir dinamik, kadının geleneksel rolü olan anneliğinin ve daha modern rolü olan kariyeri arasında yer alan dengeleyici hareketidir. Rolleri dengelemek, hem kişisel başarı gereksinimini hem de sevgi ve duygusal güvenlik gereksinimini karşılamaya çalışmak demektir.
Bu, rollerin birbiriyle çeliştiği anlamına gelmez. İşten elde edilen ek gelir, hem stresini hafifletebilir hem de annenin çocuklarına daha fazla fayda (eğitim, sağlık hizmetleri) sağlamasına olanak verebilir. Çalışmak, kadınların, ailenin ötesinde topluma katkıda bulunmuş gibi hissetmelerini sağlar. Birçok durumda daha donanımlı bir anne, daha iyi bir anne olur. Bu doğru olmasına rağmen, anneler kariyerlerine daha fazla odaklandıklarında, birçok çocuk kendilerini anneleri tarafından ihmal edilmiş hissederler (Parker ve Wang 2013). Annelerin, çocuğun hayatında değişiklikler yaparken suçlu hissetmeleri normaldir. Annelerin %23'ü, çocuklarıyla yeterince vakit geçirmediklerini düşünmektedir. Ancak, çocukları büyüdüklerinde daha bağımsız ve anlayışlı hale geleceklerini düşünürler (Pew Araştırma Merkezi 2012).
Yıllar boyunca çok şey değişmiştir. Anneler ve babalar, hem iş hayatını hem de aile hayatını dengede tutma baskısını hissederler (Parker ve Wang 2013). Annelerin %56'sı, iş ve aile hayatının zor olduğunu söylemektedir. Bunun nedeni kadınların sadece ev işi ve çocuk bakımından daha fazlasını yapmasıdır (Pew Araştırma Merkezi 2012). Annelerin ve babaların rolleri değişmiştir. Her ikisi de iş ve aileyi dengelemeye çalışırlar (Parker ve Wang 2013). Aynı zamanda, toplum hala babalara oranla çocuklarla daha fazla vakit geçirmek için annenin rolü olduğuna inanmaktadır (Parker ve Wang 2013). Pew Araştırma Merkezi, yetişkinlerin %42'sinin yarı zamanlı çalışan annelerin ideal olduğunu düşünürken, yetişkinlerin %16'sının tam gün çalışan annelerin ideal olduğunu düşünmektedir. Üçte bir bölüm ise, annelerin evde anne olarak kalmasının daha iyi olacağını düşünmektedir.
Buna ek olarak, babalar daima ailenin ekmek yapıcıları (para kazananı) olarak görülmüşlerdir. Ancak, zaman değişti ve artık ebeveynlik rolüne dahil edildi. Babalar evde daha fazla vakit geçirirler, çocuklarıyla ilgilenirler ve yüzyıl öncesine kıyasla ev işlerinde daha fazla yardımcı olurlar (Parker ve Wang 2013). Örneğin, çalışan babaların %50'si için, işiyle ve çocuklarıyla ilgilenmek arasındaki dengeyi kurmak son derece zordur (Pew Research Center 2012). Pew Araştırma Merkezi ayrıca, ebeveynlerden kendilerini iyi ya da kötü ebeveyn olarak değerlendirmelerini istedi. Çoğu annenin, babalara göre çok daha yüksek puan aldığı ve çalışan annelerin kendi puanlarını çalışmayan annelerin puanlarından çok daha yüksek buldukları saptanmıştır (Pew Araştırma Merkezi 2012).
Jennifer Stuart'ın yaptığı bir araştırmaya göre, bazen kadının geçmişi, iki rolü nasıl dengelemeyi seçtiğini etkiliyor ya da dengede kalmasını istiyor. Stuart, özellikle, birincil belirleyicinin, kadının "annesiyle olan ilişkisinin kalitesi" olduğunu iddia etmektedir. Anneleri hem sıcak bağlanma duygularını teşvik eden hem de kendine güvenen özerklik duygularını teşvik eden şekilde olan kadınlar, iş ve aile ortamlarının her ikisini de destekleyecek şekilde değiştirerek, çocuklarının keyfini çıkarmanın ve/veya çalışmanın yollarını bulabilir.
Bazı kadınların çocuk yetiştirirken, maddi ihtiyaç nedeniyle çalışma dışında başka seçeneği yoktur. Diğer kadınlar ise kişisel tatmin için çalışırlar. Her iki durumda da kadınlar, kariyerlerinden ödün vererek anlaşmaya çalışırlar. Böylece, ücret aldıkları iş ile annelik sorumluluklarını dengelerler. Çalışma saatlerini azaltmak için, daha düşük ücret veya daha düşük iş statüsünü kabul ederler. Uzlaşma sağlamak için, iş yerlerinde en iyi performansa sahip olmaktan çok ortalama performansa sahip olmaktan memnundurlar (Kapur, 2004).
Ramon Resa'ya göre, annelerin hatırlaması gereken şey; "çocukların, oldukça dirençli ve gerekli olan değişikliklere adapte olan, ayrıca mutsuzluk, hayal kırıklığı ve kayıtsızlığı hissetmekte oldukça zeki" olmasıdır (Resa, 2009). Bir şeyin nasıl yerine getirileceğini bulmak için herhangi bir yol denemede hiçbir zarar yoktur, çünkü hiçbir karar kalıcı değildir ve durumun gerektirdiği gibi değiştirilebilir.
Kadınlar üzerindeki kültürel etkiler
Tarih boyunca, kadınlar cinsiyet açısından zayıf olarak görülüyordu. Kadınlara, eğitim, hukuk ve kariyer fırsatlarını da içeren ama bunlarla sınırlı olmayan daha az hak tanınıyordu. Kadınlar için, eş ve anne olmak uzun zamandır onların en önemli ve tek önemli mesleği olarak görülmüştür. Yirminci yüzyılda egemen ülkeler, kadınları sonunda inandırıcı bir ifadeyle, bir birey olarak gördüler. 20. yüzyılda çoğu kadına, ilköğretime ve üniversiteye gitme olanağının ötesinde, öğretmen veya hemşire olmaktan çok daha fazla kariyer fırsatına kapı açan öğrenim görme hakkı tanınmıştır. Bu yüzyılda, feminizm, kadınlara oy kullanma hakkı ile siyasette sesini çıkarmasına ve çalışma izni vermesine yol açtı. Kadınlar geleneksel rollerden ve beklentilerden farklı olmaya devam ediyorlar ve kendi eğitimlerinde daha da ilerleme kaydediyorlar. 20. yüzyılda neredeyse tüm uluslarda, kültürel değişimler ve kadına yönelik tutum değişiklikleri başlamış ve 21. yüzyıla kadar devam etmiştir. Çünkü, kadınların toplumdaki geleneksel rolleri yeniden yazılmaya devam etmiştir.
Eski düşünce ekibi; kadınların iki cinsten zayıf olan taraf olduklarını ve bu nedenle erkeklerden daha değersiz olduklarını belirtti. 19. yüzyılda İngiltere'nin ortak yasası uyarınca, evlenmemiş bir kadın mülkiyete sahip olabilir, sözleşme yapabilir veya dava açabilir ve dava edilebilir. Ancak evli bir kadın, kocasıyla tek kişi olarak tanımlanır, adından ve neredeyse tüm mülkiyetinden vazgeçer, devralınmış ya da kocasının kontrolü altına girmiştir (Brinjikji, 1999). Amerika Birleşik Devletleri'nin kurulduğu ilk günlerinde, bir kadının yaşamı İngiltere'deki kadından çok farklıydı. ABD'de, bir erkek az ya da çok eşini ve çocuğunu maddi mülküymüş gibi tutuyordu. Fakir bir adam, çocuğunu almaya karar verdiyse, annenin hukuki dayanağı yoktu ve her şeye rağmen savunmasızdı. 19. yüzyılda yalnızca ABD'de, bu durumun önemli derecede değişmeye başladığı görülüyordu. 19. yüzyılın başlarından ortalarına kadar, bazı yerel yönetimler, kadınların avukat olarak görev yapmasına, kocalarının uygun görmesi durumunda kendi adlarına mülkiyet hakkı verilmesine ve mülk için dava açmalarına (Lambert) izin vermek için kanunları değiştirmeye başladı. 21. yüzyılın başlarında Amerika Birleşik Devletleri'nde ve pek çok ülke genelinde, evli ya da evli olmayan bir kadın kendi malını alabilir, satabilir veya mülk sahibi olabilir, sözleşme yapabilir, dava açabilir, hakkında dava açılabilir, kendini savunmak için hareket edebilir ve çocuklarını himaye edebilir.
1848 yılında New York eyaletinde düzenlenen Seneca Falls Kadın Hakları Sözleşmesi, Düşünce Bildirgesi'nde belgelenen şikâyetlerden biri, "insanlık tarihi, erkeklerin kadınlara karşı tekrarlanan yaralanmalara ve gasplara dayanan bir geçmişe sahiptir, doğrudan nesne olarak görülen kadınlar üzerinde mutlak bir zorbalığın kurulması... Kadınlara kapsamlı eğitim almak için imkân sağlamıyor ve bütün okullar kadınlara karşı kapanıyor" demiştir. Sözleşmenin sonuçlarından biri, yüksek öğretime yönelik bir taleptir (Lowe, 1989). Kadınlar için, örgün eğitim her zaman ikinci sırada önem arz etmiştir, erkeklerin eğitimine göre daha azdır ve bu durum, sömürge Amerika için de istisna değildir. Sömürge Amerika'da, kızlar genellikle kız okullarında okumayı ve yazmayı öğrenmiştir. Çoğu erkek çocuğun çalıştığı yaz aylarında, genellikle boş sınıf bulunan erkek öğrencilere ait ana okullarına gidebilirler (Lowe, 1989). Aslında, kadınlar iç savaş sonrasına kadar üniversiteye gidememişlerdir ve çoğunlukla karma eğitim kurumlarına gitmişlerdir. Midwest'te yakın zamanda hibe edilen arazilerde kurulan okullar, karma kurumlar olarak açılırken, Kuzeydoğudaki köklü kurumlar kariyer eğitimine karşı direnmişlerdir (Lowe, 1989).
Kadınların tam anlamıyla eğitim alma olanağından mahrum olmaları, annelerinden örnek alarak öğrenecekleri, çocukları için yemek pişirme, temizleme ve bakım vermenin, eğitimsiz olduklarında kendilerinden beklenen davranış olduğunu öğrenmeleri gerektiği anlamına gelir. Sömürge zamanlarından başlayıp 1900 yılına kadar uzanan bu süreçte, kadınlara sunulan tek meslek terzilik ya da yatılı olarak evlerde çalışmaktı. Bazı kadınlar çoğunlukla erkekler için mevcut meslek dallarında çalışarak doktor, avukat, vaiz, öğretmen, yazar ve şarkıcı oldu. 19. yüzyılın sonuna gelindiğinde, yukarıdaki alanlarda eğitim ihtiyacının artması nedeniyle, çalışan kadınlar için kabul edilebilir olan tek meslek, fabrika işçisi olmak veya ev işlerinde çalışmakla sınırlıydı. Kadınlar, yazarlık ve öğretmenlik haricinde mesleklerden dışlanmışlardı (Lowe, 1989). 21. yüzyılın başlarından itibaren çoğu ülkede, kadınların istediği kadar eğitim almalarına ve istedikleri mesleği seçmelerine izin verilmektedir. Cam tavan (kadınların ve azınlıkların meslek hayatlarına girmesini engelleyen, görünmeyen bir engeli tanımlar) bazı sektörlerde halen var olmasına rağmen, kadınlar kömür madenlerinde çalışmaktan ön saflarda çalışmaya kadar her alanda büyük ilerlemeler kaydetmektedir.
İş gücüne katılan kadınların önündeki engellerin hala var olmasına rağmen, dikkatlerini yüksek öğrenim ve kariyer almak için yoğunlaştıran kadınlarda artış vardır. Üniversite eğitimi gibi daha yüksek eğitim seviyesine ulaşan kadın sayısının fazlalığı nedeniyle, kadınların ilk çocuklarını doğurma yaşı yükselmektedir. Bir kadının sahip olduğu eğitim süresi ile ilk çocuğunun yaşı arasında bir ilişki vardır. Eğitim düzeyi arttıkça, otuzlu yaşlarında ilk çocuğunu doğurma ihtimali artar. En az bir yüksek lisans derecesi tamamlamış otuz yaş ve üstü kadınların oranı, %54'tür. Pew Research Center 2012 tarafından desteklenen bu istatistik, eğitim artışının kadınların ilk çocuğunu doğurduğu yaş üzerine etkisini göstermektedir. Kadınlar, kariyerleri içinde ve aile hayatlarında tatmin olmaya çalıştıklarında, ortaya çıkan çatışmalardan etkilenirler. Kadının yüksek öğrenim görme oranı artarken, ailelerini ve kariyerlerini korumak için önemli olan zorluklar hala modern kadının yaşamında varlığını sürdürmektedir.
Jorge Aguero ve Mindy Marks tarafından yapılan bir araştırmada, Latin Amerikalı annelerin doğurduğu çocukların sayısı ve annenin iş gücüne katılımı tartışılmıştır. Aguero ve Marks'ın itiraz ettiği önceki varsayım, çocuk yetiştirmenin, kadınların iş gücüne katılımında olumsuz etkiye sahip olmasıdır. Aguero ve Marks'ın incelediği örnekte; "kadınların %52'si iş gücüne sahip, %7,3'ü kısır, %84'ünün en az bir çocuğu ve ortalama bir kadının evinde yaşayan 2,5 çocuğu var" denmiştir (Aguero ve Marks, 2008). Bu nedenle, en azından Latin Amerikalı anneler arasında, çocukların kadınların iş gücüne katılımını olumsuz etkilediği iddiasını destekleyen çok az kanıt bulunduğuna karar verilmiştir. Bu çalışma, kariyerlerine devam etmek ve iş gücüne katılmak için, daha az kadının annelikten vazgeçmesini ya da çekimser kalmasını önermektedir. Ayrıca, kadınların kariyerlerinin ve çocuk yetiştirme arzularının dengede olabileceğini göstermektedir.