Feminizm
Feminizm nedir?
Feminizm, kadınlar için siyasi, ekonomik, kişisel ve sosyal haklar elde etmek için ortak hedefi paylaşan bir dizi siyasi, ideolojik ve toplumsal hareketler bütünüdür. Buna, eğitim ve çalışma hayatında kadınlar için fırsat eşitliği sağlamakta dahildir.
Feminizm amacı
Feminist hareketler, oy hakkı elde etmek, kamu görevi üstlenmek, çalışma hakkını sağlamak, adil ve eşit ücret kazanmak, mülkü elinde bulundurmak, eğitim almak, sözleşmelere katılmak, evlilik içerisinde eşit haklara sahip olmak ve analık hakkından feragat etmek dahil, kadınların bu hakları elde etmesi için mücadele yürütmüştür. Feministler ayrıca bedensel özerkliği sağlamak, kadınları ve kızları tecavüzden, cinsel tacizden ve aile içi şiddetten korumaya çalışmışlardır.
Feminist hareketler, kadın hakları konusunda, büyük tarihsel toplumsal dönüşümlerin arkasında duran esas güç olarak düşünülmektedir. Feministler, özellikle Batı'da, kadınların oy hakkı elde etmesine, cinsiyetler arası ayrımı engelleme yönündeki dil kullanımında, kadınların üreme haklarına (kürtaj ve doğum kontrol haplarına erişim de dahil olmak üzere) sözleşme ve mülkiyet haklarını sağlamaya yönelik mücadelenin içinde olmuşlardır. Feminizm savunucuları ağırlıklı olarak kadın haklarına odaklanmış olmakla birlikte, Bell Hooks gibi bazı feministler, erkeklerin geleneksel cinsiyet rolleri tarafından zarara uğratılmaları nedeniyle, amaçları doğrultusunda erkeklerinde bu mücadeleye dahil edilmesi gerektiğini savunmuşlardır. Feminist hareketlerden türeyen feminist teori, kadınların toplumsal rollerini ve yaşanmış tecrübelerini inceleyerek, cinsiyet eşitsizliğinin doğasını anlamayı amaçlamaktadır. Cinsiyete ilişkin konularda cevap bulmak için çeşitli disiplinlerde teori geliştirmiştir.
Yıllar boyunca, sayısız feminist hareket ve ideoloji, farklı bakış açıları ve hedefleri temsil edecek biçimde gelişmiştir. Bazı feminizm formları, yalnızca beyaz, orta sınıf ve eğitimli grubu baz alarak politika geliştirmesi nedeniyle eleştirilmiştir. Bu eleştiri, siyah feminizm ve kesişimsel feminizmi içeren, etnik açıdan özgül ve çok kültürlü feminizm biçimlerini ortaya çıkarmıştır.
Feminizm tarihi
Ütopyacı Sosyalist ve Fransız filozof Charles Fourier'in, 1837'de "féminisme" sözcüğünü ortaya çıkardığı bilinmektedir. "Féminisme" ve "féminist" kelimeleri ilk olarak, 1872'de Fransa ve Hollanda'da, 1890'larda İngiltere'de ve 1910'da Birleşik Devletler'de ortaya çıkmıştır. Oxford İngilizce Sözlüğü, "feminist" kelimesinin 1852'de, "feminizm" kelimesinin 1895'te ilk ortaya çıkış yılı olarak listelemiştir. Tarihsel an, kültür ve ülkeye bağlı olarak, feministlerin dünya çapında farklı nedenleri ve hedefleri olmuştur. Çoğu batılı feminist tarihçi, kadın hakları mücadelesi yürüten tüm hareketlerin, -feminizm terimini kendileri tanımlamak için kullanmasalar dahi- feminist hareketler olarak kabul edilmesi gerektiğini savunmuştur. Diğer tarihçiler, bu terimin modern feminist hareket ve onun ardıllarıyla sınırlanması gerektiğini ileri sürmüşlerdir. Bu tarihçiler, daha önceki hareketleri tanımlamak için "protofeminist" etiketi kullanmaktadırlar.
Modern batılı feminist hareketlerinin tarihi üç "dalga"ya ayrılmıştır. Her dalga aynı feminist meselelerin farklı yönlerini ele almaktadır.İlk dalga on dokuzuncu ve yirminci yüzyılın başlarından itibaren kadınların oy kullanma hakkı mücadelesini içeriyordu. İkinci dalga, 1960'lı yıllardan başlayarak kadın kurtuluş hareketinin fikirleri ve eylemleriyle ilişkiliydi. İkinci dalga, kadınlar için yasal ve toplumsal eşitlik için mücadele başlatmıştır. Üçüncü dalga, 1990'lı yılların başında başlayan ikinci dalga feminizminin fark edilen başarısızlıklarına tepki olarak devam etmiştir.
19. ve 20. yüzyılın başlarında feminizm
İlk dalga feminizmi, 19. ve 20. yüzyılın başlarında aktif bir dönemin içindeydi. İngiltere ve ABD'deki kadınlar için eşit sözleşme, evlilik, ebeveynlik ve mülkiyet haklarının elde edilmesi konuları üzerinde yoğunlaşmıştı. 19. yüzyılın sonlarına gelindiğinde, mücadele biçimi temelde siyasi iktidar kazanmaya, özellikle de kadınlar için oy kullanma hakkını elde etmeye odaklanmış, ancak bazı feministler kadınların cinsel, ekonomik ve üreme haklarına yönelik mücadelede aktif rol oynamıştır.
19. yüzyılın sonunda, Britanya'nın Australasia kolonisinde kadınlar için oy kullanma hakkı yürürlüğe girdi. Yeni Zelanda'nın özerk kolonileri, 1893'te kadınlara oy kullanma hakkını sağladı ve Güney Avustralya'da kadınların oy kullanma hakkı (parlamentoya oy verme ve temsil hakkı) onaylandı. Bunu 1902'de kadınlara oy kullanma hakkı veren Avustralya izledi.
Süfrajetler İngiltere'de, kadınların oy kullanma hakları için mücadele yürütmüştür.1918'de Halk Temsilci Yasası, 30 yaşın üzerinde mülk sahibi kadınlara oy kullanma hakkı sağladı. Yasa 1928'de, 21 yaşın üzerindeki tüm kadınları içerecek biçimde genişletildi. Emmeline Pankhurst, İngiltere'de tanınan en önemli aktivistlerden biriydi ve Time dergisi ; "Zamanımızın kadına bakışını şekillendirdi; toplumu, geri dönüşü olmayan yeni bir düzenin içine soktu" açıklamasını yaparak, onu 20. Yüzyılın En Önemli 100 Kişisinden biri olarak seçti. ABD'de bu hareketin önde gelen liderleri, kadınların oy kullanma hakkını savunmadan önce köleliğin kaldırılması için mücadele yürüten Lucretia Mott, Elizabeth Cady Stanton ve Susan B. Anthony'di. Bu kadınlar, erkek ve kadınların Tanrı katında eşit olduğunu iddia eden Quaker teolojisinden etkilenmişti. Birleşik Devletler'de, ilk dalga feminizmi, Birleşik Devletler Anayasasının (1919) On dokuzuncu maddesinin yürürlüğe girmesiyle sona ermiş ve kadınlara tüm ülkelerde oy hakkı kazandırmıştır. İkinci dalga feminizmi, sosyal, kültürel ve politik eşitsizliklerle savaşmaya odaklanan yeni bir tür feminizmi tanımlamasının ardından, İlk dalga terimi, batı hareketlerini kategorize etmek için geriye dönük bir kavram olarak kullanılmaya başlandı.
Qing'in hakimiyeti ve Yüz Gün Yenilikleri olarak adlandırılan reform hareketleri sırasında, Çin feministleri, kadınların geleneksel rollerden ve Neo-Konfüçyüsçülüğün cinsiyet ayrımcılığından kurtulma çağrısı yaptı. Daha sonra Çin Komünist Partisi, kadınları iş gücüne dahil etmeyi amaçlayan projeler üretti ve devrimin kadınların kurtuluşunu sağlayacağını savundu.
Nawar El-Hasan Golley'a göre, Arap feminizmi Arap milliyetçiliği ile yakından ilişkilidir. Arap feminizminin "yaratıcısı" olarak nitelendirilen Kasım Amin, 1899'da, kadınların hukuksal ve toplumsal reformlarını savunan "Kadınların Kurtuluşu" adlı kitabı yazdı. Mısır toplumundaki kadınların konumu ile milliyetçilik arasındaki bağlantılara dikkat çekmiş, Kahire Üniversitesi ve Ulusal Hareket'in gelişmesine öncülük etmiştir. 1923 yılında Mısır Feminist Birliğini kuran Huda Sha'arawi, Arap kadın hakları hareketinin simgesi haline gelmiştir.
1905'te ki İran Meşrutiyet Devrimi , kadınların eğitim, evlilik, kariyer ve yasal haklarda eşit olmasını amaçlayan İran'daki kadın mücadelesinin ortaya çıkmasını tetiklemiştir. Ancak, 1979'daki İran devrimi sırasında, kadınların kazandıkları hakların çoğu, Aile Koruma Kanunu adı altında sistematik bir şekilde ortadan kaldırılmıştır.
Fransa'da kadınlar 21 Nisan 1944 Fransız Cumhuriyeti Geçici Hükumeti ile oy kullanma hakkını elde etti. 1944 Cezayir Danışma Meclisi, 24 Mart 1944'te kadınlara ayrıcalık tanınması önerisinde bulundu, fakat Fernand Grenier tarafından yapılan bir değişikliğin ardından oy verme hakkı dahil olmak üzere tam vatandaşlık verilmesi sağlandı. Grenier'in önerisi 51 ile 16 arasında değişen oy oranıyla kabul edildi. Mayıs 1947'de sosyolog Robert Verdier, Le Populaire gazetesine verdiği demeçte; 'Cinsiyet eşitsizliğini küçümseyerek, kadınların kendilerini erkekler gibi sosyal sınıflara bölerek tutarlı bir şekilde oy vermediklerini söylemiştir. Baby boom (Doğum oranında yüksek artış) döneminde feminizmin önemi azalmıştır. Savaşlar (hem Birinci Dünya Savaşı hem de II. Dünya Savaşı) kadınların kurtuluşu olarak görülmüş, ancak savaş sonrasında muhafazakar rollere geri dönüş artmıştır.
20. yüzyıl ortasında feminizm
20. yüzyılın ortalarında, bazı Avrupa ülkelerinde kadınlar hala bazı önemli haklara sahip değillerdi. Bu ülkelerdeki feministler oy kullanma hakkı için mücadeleye devam ettiler. İsviçre'de kadınlara 1971'de federal seçimlerde oy kullanma hakkını verildi; ancak Appenzell Innerrhoden kantonunda, 1991'de İsviçre Federal Yüksek Mahkemesi tarafından zorunlu olana kadar, kadınlar sadece yerel konularda oy kullanma hakkına sahiptiler. Lihtenştayn'da 1968, 1971 ve 1973'te yapılan üç referandumda kadınların oy kullanma hakkı sağlanamamıştı. Kadınlara 1984'teki referandumla oy kullanma hakkı verildi.
Bu dönemde feministler, kocaların eşler üzerinde kontrol sağlamasına izin veren aile yasaları reformuna karşı mücadele yürütmeye devam ediyorlardı. 20. yüzyılda İngiltere ve ABD'de, koca himayesi altında yaşam yürürlükten kalkmasına rağmen, birçok Avrupa ülkesinde evli kadınlar hâlâ çok az hakka sahipti. Örneğin, Fransa'da evli kadınlar 1965 yılına kadar kocalarının izni olmaksızın çalışma hakkına sahip değildiler. Feministler, eşlerine tecavüz eden erkeklerin kovuşturmasını engelleyen "evlilik muafiyeti" yasasını kaldırmaya çalıştılar. Voltairine de Cleyre, Victoria Woodhull ve Elizabeth Clarke Wolstenholme Elmy gibi ilk dalga feministleri, 19. yüzyılın sonlarında evlilik içi cinsel tacizi kriminalize etme çabaları başarısızlıkla sonuçlandı. Bu girişim yalnızca yüzyıl sonra çoğu Batılı ülkede yürürlüğe girebildi, ancak dünyanın pek çok yerinde halen aile içi şiddet cezai yaptırımdan yoksundur.
Fransız filozof Simone de Beauvoir, 1949'da Le Deuxième Sexe (İkinci Cins) adlı kitabının yayınlanmasıyla, feminizm ile ilgili bir çok konuya varoluşçu ve Marksist bir yaklaşım getirdi. Kitap, feministlerin adaletsizlik duygularını dile getiriyordu. İkinci dalga feminizmi, 1960'ların başında başlayan ve günümüze kadar devam eden bir feminist harekettir. Bu nedenle, üçüncü dalga feminizmle birlikte var olur. İkinci dalga feminizmi, büyük ölçüde cinsiyet ayrımcılığının ve oy kullanma hakkının ötesinde bazı eşitliksizlik konularıyla ilgilenmiştir.
İkinci dalga feministleri, kadınların kültürel ve siyasal eşitsizliklerini kopmaz bir şekilde birbirine bağlı olarak görürler ve kadınların kişisel yaşamlarının siyasallaşmış yönlerini ve cinsiyetçi iktidar yapılarını yansıtmaya odaklanırlar. Feminist aktivist ve yazar Carol Hanisch ikinci dalga ile eş anlamlı hale gelen "Birey, politiktir" sloganını öne sürmüştür.
Çin'deki ikinci ve üçüncü dalga feminizmi, kadın rolünün tekrar gözden geçirilmesi gerektiğini, komünist devrim ve diğer reform hareketleri sırasında kadın eşitliğinin tam olarak sağlanıp sağlanmadığı gibi yeni tartışmalarla karakterize edilmiştir.
1956'da Mısır Cumhurbaşkanı Gamal Abdel Nasır, cinsiyete dayalı ayrımcılığı yasaklamış ve kadınların oy kullanma hakkına sahip olduğu "devlet feminizmi" reformunu başlatmıştır ancak feminist liderlerin politik eylemlerini yasaklamıştır. Sadat'ın başkanlığı sırasında eşi Jehan Sadat, yeni İslamcı hareketlerin ortaya çıktığı, muhafazakârlığın arttığı ve kadın eşitliğinin yara almaya başladığı Mısır toplumunda, alenen kadın haklarını savunmuştur; Bununla birlikte, bazı aktivistler İslami bir çerçeve içerisinde kadınların eşit olduğunu savunan yeni bir feminizm formu olan İslami feminizmini ortaya atmıştır.
Latin Amerika'da devrimler, Nikaragua gibi ülkelerde kadın statüsünde değişiklikler oluşturmuştur. Nikaragua'da, Sandinista Devrimi sırasında feminist ideoloji kadınların yaşam kalitesini desteklemiş, ancak toplumsal ve ideolojik açıdan bir değişim oluşturamamıştır.
21. yüzyılın başlarında feminizm
Üçüncü dalga feminizm nedir?
ABD'de Üçüncü dalga feminizmi 1990'lı yılların başında, ikinci dalganın yarattığı eylemlere, girişimlere ve belirlenen başarısızlıklarına tepki olarak başladı. Üçüncü dalga feminizmi, kadınların heteroseksüelliğine meydan okuyan ve cinselliği kadınların güçlendirilmesi için bir araç olarak kullanan ikinci dalgadan, cinsellik sorunları bağlamında ayrılmıştır. Üçüncü dalga feminizmi ayrıca, ikinci dalga feminizminin üst düzey, orta sınıf ve beyaz kadınların deneyimleri üzerinde aşırı önemle duran özcü kadınlık tanımından uzak durmak istemiştir. Üçüncü dalga feministleri, genellikle mikro-politikaya odaklanırlar. İkinci dalganın kadınlar için neyin iyi neyin kötü olduğunu belirleyen paradigmasına karşı olup, cinsiyet ve cinselliğin post-yapısalcı yorumunu kullanma eğilimindedirler. İkinci dalganın içinden çıkmış feminist liderler; Gloria Anzaldúa, Bell Hooks, Chela Sandoval, Cherríe Moraga, Audre Lorde, Maxine Hong Kingston ve diğer birçok beyaz olmayan feminist, ırkla-ilgili öznellikleri feminist düşünce içinde tartışmaya açmaya çalışmışlardır. Üçüncü dalga feminizmi de, cinsiyetler arasında önemli farklar olduğuna inananlar ile cinsiyetler arasında doğal bir farklılık olmadığına inanan ve toplumsal cinsiyet rollerinin toplumsal koşullardan kaynaklandığını iddia eden farklı feministler arasında iç tartışmalara yer vermiştir.
Feminist bakış açısı
Feminist bakış açısı teorisi, kişinin sosyal konumunun o kişinin kültürel sermayesini etkilediğine inanan feminist teorik bakış açısıdır. Bu bakış açısı, teori ve araştırmanın kadınları ve feminist hareketleri değersizleştirdiğini savunmuş ve geleneksel bilimi tarafsız olarak görmeyi reddetmiştir. Feminist bakış açısı teorisi, 1980'lerden bu yana, küresel meseleleri (tecavüz, ensest ve fahişelik gibi) ve kültürel açıdan spesifik sorunları (gelişmiş ekonomilerde kadınların terfi etmesini engelleyen uygulamaların yanı sıra Afrika'nın ve Orta Doğu'nun bazı bölgelerinde kadın sünneti ) gibi konuları "hakimiyet matrisi" bağlamında ırkçılık, homofobi, sınıfçılık ve sömürgeleştirme ile nasıl etkileşime girdiğini anlamak için feminist hareketlerin bu konuları ele almaları gerektiğini savunmuştur.
Post-feminizm
Post-feminizm terimi, 1980'lerden bu yana feminizme karşı tepki oluşturmak isteyen çeşitli bakış açılarını tanımlamak için kullanılır. Post-feministler, "anti-feminist" olmamakla birlikte, üçüncü dalga feminist amaçlarına karşı eleştiri yapılırken kadınların ikinci dalga hedeflerine ulaştığına inanmaktadırlar. Bu terim ilk olarak ikinci dalga feminizme karşı bir tepkiyi tanımlamak için kullanılıyordu, ancak şimdi daha önceki feminist söylemlere eleştirel yaklaşımlar getiren ve ikinci dalganın fikirlerine yönelik itirazları içeren geniş bir teori yelpazesi tanımlamak için kullanılıyor. Diğer post-feministler feminizmin artık bugünün toplumuyla alakalı olmadığını söylemektedirler. Amelia Jones, 1980 ve 1990'larda ortaya çıkan, ikinci dalga feminizmini tek parçalı bir varlık olarak tasvir ettiği post-feminist metinler yazmıştır. Dorothy Chunn, feministlerin cinsiyet eşitliğinin (zaten) elde edildiği post-feminist toplumunda, cinsiyet eşitliği taleplerine devam etmesinin onları zayıf düşürdüğünü post-feminizm takma adı altında 'suçlayıcı bir anlatıyla' aktarmıştır. Chunn'a göre, "birçok feminist hak ve eşitlik söylemlerinin şu anda kendilerine karşı kullanıldığıyla ilgili huzursuzluğunu dile getirmiştir."
Feminist teori
Feminist teori, feminizmin teorik veya felsefi alanlara yayılmasıdır. Antropoloji, sosyoloji, ekonomi, kadın çalışmaları, edebi eleştiri, sanat tarihi, psikanaliz ve felsefe gibi çeşitli disiplinlerde çalışmayı kapsar. Feminist teori cinsiyet eşitsizliğini anlamayı ve cinsiyet politikası, iktidar ilişkileri ve cinselliğe odaklanmayı amaçlamaktadır. Bu sosyal ve politik ilişkileri eleştirirken, feminist teorinin büyük kısmı kadın hakları ve çıkarlarının elde edilmesine odaklanmaktadır. Feminist teoride araştırılan temalar arasında ayrımcılık, basmakalıp düşünceler, nesneleştirme (özellikle cinsel nesneleştirme), baskı ve ataerkillik dahildir. Elaine Showalter, edebi eleştiri alanında feminist kuramı üç aşamalı olarak tanımlamaktadır. İlki "feminist eleştiri" olarak adlandırdığı, okuyucunun edebi olayların ardındaki ideolojileri incelediği alandır. İkincisi, "gynocriticism" olarak adlandırdığı "kadının metinsel anlam üreticisi" olduğu aşamadır. Son safha toplumsal cinsiyet teorisi dediği ideolojik yazıtlar ve edebiyatın cinsiyet sistemine etkilerinin araştırılmasıdır.
Bu, 1970'li yıllarda, 'écriture féminine' (kadın ya da kadınsı) kavramını geliştiren Fransız feministleri ile kıyaslandı. Helene Cixous, yazının ve felsefenin erkeklere özgü etkinlikler olduğunu savunmuştur. Luce Irigaray gibi diğer Fransız feministler bedenden yazmayı yıkıcı bir uygulama olarak vurgulamışlardır. Bir feminist filozof ve psikanalizci olan Julia Kristeva ile sanatçı ve psikanalizci Bracha Ettinger, genel olarak feminist kuramını ve özellikle de feminist edebiyat eleştirilerini etkilemişlerdir. Bununla birlikte, Akademisyen Elizabeth Wright'ın da belirttiği gibi: "Bu Fransız feministlerden hiçbiri, Anglofon dünyasında göründüğü gibi feminist hareketle kendilerini aynı hizaya sokmamaktadırlar." Lisa Lucile Owens gibi daha yeni feminist kuramcılar, feminizmi evrensel bir özgürleştirme hareketi olarak nitelendirmeye odaklanmıştır.
Feminizm hareketleri
Çoğu feminist hareket ve ideoloji yıllar boyunca gelişme sağlamıştır.
Siyasal feminist hareketler
Bazı feminizm dalları, liberalizm ve muhafazakârlık ve ekoloji gibi toplumun siyasi eğilimlerini yakından takip eder. Liberal feminizm, toplum yapısını değiştirmeden politik ve yasal reformlar yoluyla erkeklerin ve kadınların bireysel olarak eşitlenmesini ister. Catherine Rottenberg, liberal feminizmdeki neoliberal gömleklerin, bir araya gelmekten ziyade bireyselleştirilmiş ve sosyal eşitsizlikten kopuk feminizm formuna yol açtığını savunmuşutr. Bu argüman nedeniyle Liberal Feminizmin, erkek egemenliğini, iktidarı veya ayrıcalıklı yapıları çözümleyemeyeceği savunulmuştur.
Radikal feminizm, erkeklerin kontrolündeki kapitalist hiyerarşiyi, kadına karşı baskıların belirleyici özelliği olarak görür ve toplumu radikal bir şekilde yeniden kurmak gerektiğini savunur. Muhafazakar feminizm, içinde yaşadığı topluma göre tutucudur. Özgürlükçü feminizm insanları, kendi kendine yeten ve dolayısıyla zorlayıcı baskılardan özgürlüğe geçiş yapanlar olarak tasavvur eder. Ayrılıkçı feminizm heteroseksüel ilişkileri desteklemez. Lezbiyen feminizmine bu nedenle yakından bağlıdır. Diğer feministler ayrılıkçı feminizmi cinsiyetçi olarak eleştirirler. Ekofeministler, kadınların ezilmesi ve doğal çevrenin tahrip olmasının sorumlusu olarak erkeklerin toprak üzerindeki hakimiyetine bağlarlar; Ekofeminizm, kadınlar ve doğa arasındaki mistik bir bağ üzerinde çok fazla yoğunlaştığı için eleştirilmiştir.
Materyalist ideolojiler
Rosemary Hennessy ve Chrys Ingraham, materyalist feminizm formlarının, Batı Marksist düşüncelerinden ve bir takım farklı hareketlerden ilham alarak büyüdüğünü ve hepsinin kapitalizm eleştirisi içerisinde yer aldığını ve ideolojik ilişkilerde kadınlara yoğunlaştığını söylemiştir. Marksist feminizm, kapitalizmin kadınlar üzerindeki baskının temel nedeni olduğunu ve ev hayatı ile istihdamda kadınlara yönelik ayrımcılığın kapitalist ideolojiden kaynaklandığını savunmaktadır. Sosyalist feminizm, kadın özgürlüğünün ancak, kadınlar üzerindeki baskının ekonomik ve kültürel kaynaklarını sona erdirmek suretiyle elde edileceğini savunarak Marksist feminizm'den kendini ayırmıştır. Anarko-feministler, sınıf mücadelesi ve anarşinin istem dışı hiyerarşiden doğan ataerkilliğe karşı mücadelede devletin gerekli olduğu inancına karşıdırlar.
Siyahi ve sömürgecilik sonrası ideolojileri
Sara Ahmed, Siyah ve Postkolonyal feminizmin Batı feminist düşüncenin örgütlü alanlarına bir meydan okuma oluşturduğunu savunmuştur. Tarihinin büyük bölümünde, feminist hareketler ve teorik gelişmeler ağırlıklı olarak Batı Avrupa ve Kuzey Amerika'dan gelen orta sınıf beyaz kadınlar tarafından yönlendirilmiştir. Bununla birlikte, diğer ırkların kadınları alternatif bir feminizm önermiştir. Bu eğilim, 1960'lı yıllarda ABD'deki sivil haklar hareketi ile Afrika, Karayipler, Latin Amerika ve Güneydoğu Asya'daki Avrupalı sömürgecilerin çöküşüyle hızlanmıştır. O zamandan bu yana, gelişmekte olan ülkelerde ve eski sömürgelerde, renk veya çeşitli etnik kökenlere sahip olan ve yoksulluk içinde yaşayan kadınlar tarafından ayrı bir feminizm formu öne sürülmüştür. Kadıncılık, erken feminist hareketlerin ardından ortaya çıkmış, çoğunluğu beyaz ve orta sınıftan kadınlardan oluşuyordu. Postkolonyal feministler, sömürgecilik baskısı ve Batı feminizminin sömürge sonrası kadınları marjinalleştirdiğini, ancak onları pasif ya da sessiz bir hale sokamadığını savunmuşlardır. Üçüncü dünya feminizmi ve yerli feminizm, sömürge sonrası feminizmle yakından ilişkilidir. Bu fikirler aynı zamanda Afrika'da feminizm, motherizm, Şiwanizm, negofeminizm, femalizm, ulus ötesi feminizm ve Afrikalı kadıncılığı fikirlerine karşılık gelmektedir.
Sosyal inşacı ideolojiler
Yirminci yüzyılın sonlarında bazı feministler, cinsiyet rollerinin toplumsal olarak inşa edildiğini ve kadın deneyimlerinin kültürler ve tarihler arasında yaygınlaştırmanın imkansız olduğunu savunmaya başladılar. Post-yapısal feminizm, cinsiyet kavramının toplumsal ve kültürel söylem aracılığıyla oluşturulduğunu tartışmak amacıyla post-yapısalcılık ve yapısöküm felsefeleri üzerine yoğunlaşmıştır. Postmodern feministler aynı zamanda cinsiyete dayalı toplumsal yapıyı ve gerçekliğin doğasının tutarsız yanına yoğunlaştılar. Bununla birlikte, Pamela Abbott ve arkadaşları, feminizme postmodern yaklaşımı birden fazla gerçeğin varlığı (basitçe erkekler ve kadınların bakış açılarından ziyade) olarak vurguladılar.
Kültürel feminist hareketler
Riot Grrls hareketi, kendi kendine yeterlilik yönünde anti-kurumsal bir duruş sergilemiştir. Riot grrrl'ın evrensel kadın kimliği ve özerkliği üzerine yaptığı vurgu, üçüncü dalga feminizmden çok, ikinci dalga feminizmine daha yakın görünmüştür. Bu hareket, genç kızların bakış açılarını merkezi hale getirmiş ve kendilerini tam olarak ifade etmelerine olanak tanımıştır. Lipstick feminizmi, kişisel tercihlere izin vermek, seksüel cazibeye sahip olmak, müstehcen giyinmek ve makyaj yapmak gibi kadınsı kimliğin sembollerini yeniden kazanmak için, 1960 ve 1970'lerin ikinci dalga feminizmine karşı yanıt verme girişiminde bulunan kültürel feminist bir harekettir.
Feminist nüfus yapısı
2015'te yapılan bir ankete göre, Amerikalıların yüzde 18'i kendisini feminist olarak tanımlarken, yüzde 85'inin kadınların eşitliğine inandığı rapor edilmiştir. Çoğunluk eşit haklara inanmasına rağmen, ankete katılanların yüzde 52'si kendisini feminist olarak tanımlamamış, yüzde 26'sı çekingen kalmış, yüzde 4'ü ise cevap vermemiştir.
Ipsos tarafından 2014 yılında 15 gelişmiş ülkeyi kapsayarak yapılan bir ankete göre, katılımcıların yüzde 53'ü kendini feminist olarak tanımlarken, yüzde 87'si ise kadınların cinsiyete değil kendi yetkinliklerine göre her alanda erkeklerle eşit muamele görmesi gerektiğini savunmuştur. Bununla birlikte, erkeklerle tam olarak eşit olduklarını, ideallere ve arzuya erişme konusunda özgürlüğe sahip olduklarını söyleyen kadınların oranı yalnızca yüzde 55'te kalmıştır.
İsveç, kadınlar arasında feminizme en güçlü desteği veren ülkelerden biridir. Ülkenin üçte biri, neredeyse yüzde 36'sı kendisini feminist olarak tanımlamıştır. Bu oranları İtalya (%31) ve Arjantin (%29) takip etmektedir. Sıralamanın ortasında, İngiltere (% 22), İspanya (%22), Birleşik Devletler (%20), Avustralya (%18), Belçika (%18), Fransa (%18), Kanada (%17), Polonya (%17) ve Macaristan (%15) bulunmaktadır. En az destek gösteren ülkeler arasında, Japonya (%8), Almanya (%7) ve Güney Kore (%7) vardır.
Erkekler arasında, İtalya ve Arjantin'in dörtte biri (%25), Polonya'nın onda ikisi (%21) ve Fransa'nın (%19)'u kendisini feminist olarak tanımlamıştır.Bu rakamları, İsveç (% 17), İspanya (% 16), Amerika Birleşik Devletleri (% 16), Kanada (% 15), İngiltere (% 14), Macaristan (% 12), Belçika (% 11) ve Avustralya (% 10) takip etmiştir.Kendini feminist olarak tanımlayan kişilerin en düşük orana sahip olduğu ülkeler, Güney Kore (% 7), Almanya (% 3) ve Japonya (% 3) dır.
Polonya dışında, kendisini feminist olarak tanımlayan kadınların sayısı, bütün ülkelerde erkeklerden daha çoktur. Sadece Polonya'da erkeklerin yüzde 21'i kendisini feminist olarak tanımlarken, kadınlar arasında bu oran yüzde 17'de kalmaktadır. Güney Kore'de, bu ölçü baz alındığında kadın ve erkekler arasında eşitlik söz konusudur.
Cinsellik ve feminizm
Cinselliğe ilişkin Feminist görüşler, tarihsel dönem ve kültürel bağlamda farklılık göstermiştir. Kadın cinselliğine ilişkin feminist tutumlar birkaç farklı yöne sahiptir. Seks endüstrisi, cinselliğin medyadaki temsili ve erkek egemenliğinin altındaki cinselliğe ilişkin konular feministler arasında özellikle tartışmalıdır. Bu tartışma, 1970 ve 1980'lerde, feminist seks savaşları olarak bilinen, seks yanlısı feminizme karşı pornografi karşıtı feminizm ayrımının yaşanmasıyla doruğa ulaşmıştır. Feminist hareketlerin bir kısmı bu tartışmalarla derinden bölünmüştür. Feministler, 1960'lardan 70'lere kadar cinsel devrimin farklı yönleri üzerinde çeşitli tutumlar almışlardır. Çok sayıda etkili kadın 1970'lerin başında, lezbiyen ve biseksüel kadınları feminizmin bir parçası olarak kabul etmiştir.
Seks endüstrisi
Seks endüstrisi üzerine görüşler çeşitlidir. Seks endüstrisini eleştiren Feministler, genellikle tecavüz ve cinsel tacizin ataerkil toplumsal yapıların bir sonucu olarak görmektedirler. Alternatif olarak, seks endüstrisinin en azından bir bölümünü destekleyen feministler, endüstrinin kendileri için bir ifade olanağı ve kadınların cinselliklerini kontrol altına alabilmeleri için bir araç olabileceğini savunmuşlardır.
Feministlerin pornografi üzerine görüşleri, pornografiyi kadınlara yönelik bir şiddet biçimi olarak görmekten, bazı pornografik biçimlerinin feminist ifade aracı olarak kullanılmasına kadar uzanmaktadır. Feministlerin fuhuş hakkındaki görüşleri farklılık gösterir, ancak bu perspektiflerin birçoğu genellikle fahişelik ve seks işçiliğini eleştiren veya destekleyen kapsamlı bir bakış açısına göre değişiklik gösterebilir.
Kadınların cinsel özerkliği
Feministler için bir kadının kendi cinselliğini kontrol etme hakkı önemli bir konudur. Catharine MacKinnon gibi Feministler, kadınların kendi bedenleri üzerinde çok az denetime sahip olduğunu ve kadın cinselliğinin ataerkil toplumlarda erkekler tarafından büyük ölçüde kontrol edildiğini ve tanımlandığını savunmuştur. Feministler, erkekler tarafından işlenen cinsel şiddetin çoğu kez erkeklerin cinsellik üzerinde hakimiyet kurmasına izin veren ideolojilerden kaynaklandığını savunmuştur. Bu ideolojik sistem, kadınlara cinsel saldırılara karşı çok az yasal haklar tanımıştır. Birçok kültürde erkekler, bir kadının erkeklerin cinsel tacizini reddetme veya seks konusunda özerk bir karar verme yetkisine sahip olduğuna inanmazlar. Feministler, tüm kültürlerin kadınların cinselliklerini nasıl tanımlayacağına karar verme yetkisini reddettiğini savunmuşlardır, çünkü ataerkil ideolojinin erkekleri çoğu zaman cinselliği tanımlama yetkisine sahip olmuşlardır. Bu yetki, kültüre bağlı olarak farklı biçimlerde gerçekleşebilir. Dünyanın birçok yerinde, özellikle de muhafazakâr ve dini kültürlerde, evlilik, kadınların sınırsız bir şekilde cinsel olarak hazır bulunduğu bir kurum olarak görülmektedir; dolayısıyla, bir kadını sekse zorlamak suç ya da taciz davranışı sayılmaz. Daha liberal kültürlerde, bu haklar bütün kültürün genel bir cinsellik formuna bürünür. Bu, kadınların cinsel nesnelleştirilmesinde, pornografi ve diğer cinsel eğlence biçimlerinde tüm kadınların yalnızca erkeklerin cinsel zevkleri için var olduğu fantezisi oluşturulmuş ve kadınların herhangi bir zamanda herhangi bir erkekle, cinsel ilişkide bulunmaya ve arzulamaya istekli oldukları şeklinde bir algıyı ortaya çıkarmıştır.
Feminizm ve bilim
Sanda Harding, "Kadın hareketlerinin politik ve ahlaki kavrayışlarının, geleneksel araştırmacıların cinsiyet, seks ve ilişkilerin toplumsal ve doğal dünyalarını açıklama yöntemlerine dair, sosyal bilimcilerin ve biyologların bir çok eleştirel soruyu sormasına ilham kaynağı olduğunu" söylemiştir. Ruth Hubbard ve Evelyn Fox Keller gibi bazı feministler, geleneksel bilimin tarihsel olarak erkek perspektifine yakın olması nedeniyle eleştirmiştir. Feminist araştırmanın bir kısmı, güç eşitsizliklerinin bilimsel ve akademik kurumlar üzerinde yarattığı hakimiyeti incelemektedir. Harvard'ta o zaman ki devlet başkanı Lawrence Summers tarafından bir görev gücüne atanan fizikçi Lisa Randall, kadınların bilim ve mühendislik alanlarında niçin temsil edilmediğine yönündeki tartışmasının ardından "Sadece bu alanlarda daha fazla kadın görmek istedim bu yüzden bu konuların artık gün yüzüne çıkması gerekmiyor" diye konuşmuştur.
Lynn Hankinson Nelson, feminist empirisyenlerin erkek ve kadın deneyimleri arasında temel farklılıklar keşfettiğini belirtmiştir. Böylece, bir dizi insan tecrübesini hesaba katarak, onların değeri düşürerek, yanlış tanımlayarak ve dışlayarak ne tür sonuçların ortaya çıktığını bulmak ve kadın deneyimlerini inceleyerek bilgi elde edinmeyi amaçlamaktadırlar. Feminist incelemenin bir diğer alanı, güç eşitsizliklerinin toplumda, bilimsel alanda ve akademik kurumlarda güçlenmesinin yöntemlerini ifşa etmektir. Ayrıca, akademik literatürde toplumsal cinsiyet eşitsizliği yapılarına daha fazla önem verilmesi çağrılarına rağmen, cinsiyete dayalı ön yargının yapısal analizleri, özellikle psikoloji ve kişilik alanlarında yoğun olarak çalışan psikoloji dergilerinde görülmektedir.
Feminist epistemolojiye yönelik eleştiri, bulguları etkilemek için toplumsal ve politik değerlere izin vermesidir. Susan Haack, feminist epistemolojinin kadın düşüncesiyle ilgili geleneksel kalıpları (sezgisel ve duygusal olarak) güçlendirdiğini belirtmiştir. Meera Nanda bunun aslında kadınları geleneksel toplumsal cinsiyet rollerinin içine sürüklediğini ve ataerkilliği haklı çıkarmaya yardım ettiğine dikkat çekmiştir.
Biyoloji ve cinsiyet
Modern feminizm, cinsiyete dair biyolojik özcü görüşe itiraz etmektedir. Örneğin, Anne Fausto-Sterling'in "Cinsiyet Mitleri" adlı kitabı, cinsiyetin biyolojik özcü görüşünü destekleyen varsayımları bilimsel araştırmalarda incelemiştir. Cordelia Fine, 'Toplumsal Cinsiyet Kuruntusu' adlı kitabında, erkek ve kadın zihinleri arasında doğuştan gelen biyolojik farklılığın var olduğunu öne süren bilimsel kanıtlara itiraz etmiştir; bunun yerine, kültürel ve toplumsal inançların, çoğunlukla cinsiyet farklılıklarının bireyler arasında var olan farkların nedeni olduğunu ileri sürmüştür.
Feminist psikoloji
Psikolojide feminizm, erkek perspektifinin erkek öznesi üzerine yoğunlaştığı psikolojik araştırmalarda, hakim erkek görüşünü eleştirerek ortaya çıkmıştır. Kadınlar psikoloji alanında doktora yaptıkça, kadınlar ve sorunları meşru çalışma konuları olarak ortaya çıkmıştır. Feminist psikoloji, toplumsal bağlam, yaşanmış deneyimler ve nitel analizler üzerinde durur. Psikolojinin Feminist Sesleri tarzı projeler, feminist psikologların bilim dalı üzerindeki etkisini kataloglamak için ortaya çıkmıştır.
Feminizm kültürü
Mimaride feminizm
Mimarinin kavramsallaşması ve toplumsal cinsiyete dayalı araştırmalar, modern mimaride feminizme dönük bir bakış açısına yol açmıştır. Piyush Mathur "archigenderic" terimini ortaya atmıştır. Mimari planlamanın toplumsal cinsiyet rolleri, sorumlulukları, hakları ve sınırlamaları düzenleme ve tanımlamayla ayrılmaz bir bağ oluşturduğunu iddia eden Mathur; mimari teriminde cinsiyetin anlamını keşfetmek ve cinsiyet teriminde mimarinin anlamını keşfetmek sözlerini ileri sürmüştür.
Görsel sanatlarda feminizm
Feminizm içindeki genel gelişmelere karşılık gelen ve çoğunlukla bilinç yükseltme grubu olarak kendi kendini örgütleyen hareketler, 1960'larda başlamış ve 1970'lerde gelişme göstermiştir. Los Angeles Çağdaş Sanat Müzesi direktörü Jeremy Strick, feminist sanat hareketini "savaş sonrası dönemin en etkili uluslararası hareketi" olarak değerlendirmiştir. Peggy Phelan ise feminist sanat hareketinin, "son otuz yılda hem sanat yapıtı hem de sanat yazımı alanında en kapsamlı dönüşümü tetiklediğini" belirtmiştir. 1970'lerde vulva temalı seramik tabaklar seti olan 'Akşam Yemeği Partisi ' kurucusu Feminist sanatçı Judy Chicago, 2009 yılında ARTnews'e verdiği demeçte: "Hala Avrupa-merkezli erkeklik söylemi üzerinde kurumsal bir gerileme ve diretme söz konusudur. Değiştirmeye çalıştığımız gelecek; kız ve erkeklere, kadın sanatının sıra dışı bir durum olmadığını, sanat tarihinin doğal bir parçası olduğunu anlamalarını sağlamaya yöneliktir." Görsel sanatlara feminist yaklaşım, Siberfeminizm ve Posthumanizm aracılığıyla gelişmiştir.
Edebiyatta feminizm
Feminist hareket, hem kurgusal hem de kurgusal olmayan eserler üretmiş ve kadın yazarlığı için yeni bir ilgi odağı oluşturmuştur. Aynı zamanda kadın yaşamının bilimsel alanda yeteri kadar temsil edilememesine yanıt olarak kadınların tarihsel ve akademik katkılarının yeniden değerlendirilmesinin önünü açmıştır. Feminist edebiyatının ilk dönemleri, kadınların yazdıkları metinlerin yeniden keşfedilmesi ve düzenlenmesine harcandı. Dale Spender'ın Mothers of the Novel (1986) ve Jane Spencer'ın The Rise of the Woman Novelist (1986) adlı araştırmaları, kadınların yazma konusundaki ısrarlarına ilişkin çığır açıcı bir deneyim sunuyordu. Bilimsel öneme dayalı bu büyüme, çeşitli basın-yayın organlarını bu metinlerin tekrar yayınlanması konusunda bir sürecin içine sokmuştur. Virago Press, 19. yüzyıl ve 20. yüzyılın başlarında geniş bir roman listesini yayınlamaya başlamış ve yeniden düzenleme projelerine katılan ilk ticari yayınlardan biri haline gelmiştir. 1980'lerde Spender'ın çalışmasını yayınlayan Pandora Press yayın evi, kadınlar tarafından 18. yüzyılda yazılan romanların bir dizisini yayınlamıştır. Yakın geçmişte Broadview Press şirketi, 18. ve 19. yüzyılda yazılan pek çok romanı yayınlamaya devam etmiştir. Bunun yanı sıra Kentucky Üniversitesi'nde ilk kadın romanlarından oluşan bir dizi yayın bulunmaktadır. Mary Wollstonecraft tarafından yazılan "Kadın Haklarının Gerekçelendirilmesi (1792)" adlı kitap, feminist felsefenin en eski eserlerinden biridir. Virginia Woolf tarafından yazılan "Kendine Ait Bir Oda (1929)" adlı eser, ataerkilliğin egemen olduğu bir edebiyat geleneğinde, kadın yazarlar için hem edebi hemde figüratif bir alan oluşturmasıyla bilinmektedir.
Kadın yazarlığına duyulan yaygın ilgi, edebi düzenin genel bir yeniden değerlendirilmesi ve genişletilmesiyle ilgilidir. Sömürge sonrası edebiyat, gay ve lezbiyen edebiyatı, renkli insanlar tarafından üretilen eserler, emekçi yazımı ve diğer tarihsel olarak marjinalize olmuş grupların kültürel üretimleri, "edebiyat" olarak nitelendirilen şeyin bütünüyle genişlemesinin bir sonucudur ve şimdiye kadar edebi sayılmayan türler, örneğin; dergiler, mektuplar, seyahat yazıları ve diğerleri, şimdi bilimsel alanın konusu olmaktadır. Çoğu tür ve alt tür, benzer çözümlemelere tabi tutulmuş, bu yüzden bir çok eser kadın gotik ya da kadın bilim kurgu çalışmaları olarak görülmektedir.
Elyce Rae Helford'a göre, Bilim kurgu ve fantezi, özellikle teori ve pratik arasındaki köprü olması nedeniyle, feminist düşünce için önemli araçlar olarak görev yapmaktadır. Feminist bilimkurgu, toplumsal yapıların toplumsal cinsiyet anlayışındaki rolünü keşfetmek için bazen üniversite düzeyinde öğretilir. Bu alanda yazılmış en önemli yapıtlar; Ursula K. Le Guin'in Karanlığın Sol Eli (1969), Joanna Russ'un Kadın Erkek (1970), Octavia Butler'ın Kindred (1979) ve Margaret Atwood'un El Şeytanı'nın Masalı (1985) adlı eserlerdir.
Müzikte feminizm
Kadın müziği, kadınlarla ilgili kadınlar için ve kadınlar tarafından yapılan müziktir. Bu tarz, ikinci dalga feminist hareketin yanı sıra emek, sivil haklar ve barış hareketlerinin müzikal bir ifadesi olarak ortaya çıkmıştır. Hareket, Cris Williamson, Meg Christian ve Margie Adam gibi lezbiyenler, Bernice Johnson Reagon ve Rock grubu Sweet Honey gibi Afrika kökenli Amerikalı kadın aktivistler ve Holly Near gibi barış aktivistleri tarafından başlatılmıştır. Kadın müziği, aynı zamanda sahne sanatçılarının ötesinde, stüdyo müzisyenleri, yapımcıları, ses mühendisleri, teknisyenleri, kapak sanatçıları, dağıtımcıları, organizatörleri ve ayrıca kadın olan festival düzenleyicilerini kapsayan daha geniş bir kadın müziği endüstrisini ifade eder. Riot Grrrl, bu makalenin kültürel hareketler bölümünde tanımlanan feminist punk yer altı hareketidir.
Feminizm, 1980'lerde Yeni Müzikoloji akımının bir parçası olarak müzikologların başlıca ilgi alanı haline geldi. Bundan önce, 1970'lerde, müzikologlar kadın sanatçı ve bestecileri keşfetmeye başlamışlardı ve feminist bir perspektiften canon, deha, tarz ve periyodlama kavramlarını incelemeye koyuldular. Bir başka deyişle, kadın müzisyenlerin geleneksel müzik tarihine nasıl uyum sağladığı sorusu sorulmaktaydı. 1980 ve 1990'lar boyunca, Susan McClary, Marcia Citron ve Ruth Solie gibi müzikologların, kadınların marjinalize edilmesinin kültürel nedenlerini düşünmeye başlamasıyla bu eğilim devam etti. Toplumsal cinsiyete dayalı söylem olarak müzik; profesyonellik; kadın müziğinin karşılığı; müzik üretim yerlerinin incelenmesi; kadınların göreceli serveti ve eğitimi; kadın kimliğine ilişkin popüler müzik çalışmaları; müzik analizinde ataerkil fikirler; cinsiyet ve farklılık gibi kavramlar bu dönemde incelenen konular arasındaydı.
Müzik endüstrisi, kadınların performans ve eğlence rollerini elde etmeye açık bir konumda olsa da, kadınlar orkestra şefliği gibi yetkilendirme pozisyonlarına sahip olma olasılıkları çok düşüktür. Popüler müzikte, şarkı üreten bir çok kadın sanatçı olmasına rağmen, müzik yapımcısı olarak çalışan veya direk kayıt sürecini yöneten çok az kadın vardır.
Sinemada feminizm
Feminist bakış açısını savunan ya da canlandıran Feminist sinema, büyük oranda 60'ların sonu ve 70'lerin başında feminist film teorisinin geliştirilmesiyle ortaya çıkmıştır. 1960'lı yıllarda politik tartışmalar ve cinsel kurtuluş kadınların radikalleşmesine neden olmuştur; ancak radikalizmin kadınlar için önemli değişiklikler üretememesi onları bilinçlendirme grupları oluşturmaya ve farklı perspektiflerden egemen sinemanın kadın yapımı analizlerine yöneltmiştir. Farklılıklar özellikle Atlantik'in her iki yanında feministler arasında belirgindi. 1972'de, ilk feminist film festivalleri Birleşik Devletler ve Birleşik Krallık'ta yapıldı.Bunun yanı sıra ilk feminist film dergisi 'Woman and Film' yayınlandı. Bu dönemin öncü oyuncuları arasında Edinburgh Film Festivalinde 'Woman's Event'sı organize eden Claire Johnston ve Laura Mulvey vardı. Feminist sinemasında güçlü etkisi olan diğer teorisyenler arasında Teresa de Lauretis, Anneke Smelik ve Kaja Silverman yer alıyor. Felsefe ve psikoanalizdeki yaklaşımlar, feminist film eleştirisini, feminist bağımsız filmi ve feminist yayılımı tetiklemiştir.
Feminist film yapımının bağımsız ve teorik olarak ilham alındığı iki farklı yaklaşım vardır. 'Yapısöküm', ana akım sinemanın kodlarını analiz etmek ve yıkmak, izleyiciyle baskın sinema arasında farklı bir ilişki kurmayı hedeflemekle ilgilidir. İkinci yaklaşım olan feminist karşı-kültür, spesifik olarak feminem sinematik dili incelemek için feminem yazıları somutlaştırma amacı taşımaktadır. "Feminist film" yaklaşımlarına yönelik yakın tarihli bazı eleştiriler, Bechdel testi adı verilen bir İsveç derecelendirme sisteminin etrafında toplanmıştır.
1930-1950 yılları arasında, büyük Hollywood stüdyolarının altın çağı olarak bilinen dönemlerde, sinema endüstrisindeki kadınların durumu çok kötüydü. Bir süre sonra şartlar iyileşmeye başladı, fakat bir çok kişiye göre halen yapılması gereken çok şey vardı. Sally Potter, Catherine Breillat, Claire Denis ve Jane Campion'un sanatsal filmlerinden, Kathryn Bigelow'un aksiyon filmlerine dek kadınlar güçlü bir sese sahiptiler fakat cinsiyet ayrımının hala çok yavaş bir şekilde farkına varılıyordu.
Siyasette feminizm
Feminizm, yirminci yüzyılın başlıca politik hareketleriyle karmaşık bir etkileşime sahiptir.
Sosyalizm
On dokuzuncu yüzyılın sonlarından bu yana bazı feministler sosyalizmle ittifak kurarken diğerleri sosyalist ideolojiyi kadın haklarına yeterince ilgi göstermemesi nedeniyle eleştirmiştir. Alman Sosyal Demokrat Partisinin (SPD) ilk aktivistlerinden biri olan August Bebel, Die Frau und der Sozialismus adlı eserinde, toplumsal eşitlik ile cinsiyetler arasındaki eşit haklara yönelik mücadelenin yan yana olması gerektiğini söylemiştir.1907'de Stuttgart'ta yapılan Uluslararası Sosyalist Kadın Konferansında, oy kullanma hakkı, sınıf mücadelesinin bir aracı olarak tanımlanmıştır. SPD'den Clara Zetkin, kadınların oy hakkı için "kadınların soruna radikal bir çözüm sağlayan tek bir sosyalist düzen" kurma çağrısı yapmıştır.
İngiltere'de kadın hareketi İşçi Partisi ile müttefik halindeydi. ABD'de Betty Friedan, liderlik yapmak için radikal bir geçmişten çıkmıştı. Radical Woman ABD'deki en eski sosyalist feminist örgütlerden biridir ve halen faal durumdadır. İspanya İç Savaşı sırasında, Dolores Ibárruri (La Pasionaria) İspanya Komünist Partisi önderlik etmiştir. Kadınlar için eşit hakları desteklemesine rağmen ön planda savaşan kadınlara karşı çıkmış ve anarko-feminist Mujeres Libres'le çatışmıştır.
Faşizm
Faşizmin, kadın grupları ve pratik uygulayıcıları tarafından feminizm üzerinde kuşkulu duruşlar saptandığı görülmüştür. 1919'da Faşist manifestoda sunulan toplumsal reformlarla ilgili talepler arasında, 18 yaş ve üzerindeki tüm İtalyan vatandaşlarına oy hakkı tanınmıştır ve kadınlarda dahil 25 yaşından büyük herkesin göreve başlamasına uygunluk sağlanmıştır. Bu talep 'fasci femmnilli' gibi özel faşist kadın grupları tarafından desteklenmiş ve kısmen 1925'de Başbakan Benito Mussolini'nin muhafazakar koalisyon ortakları tarafından baskı altında gerçekleşmiştir.
Cyprian Blamires, feministlerin Adolf Hitler'in yükselişine karşı çıkmalarına rağmen, Nazi hareketleriyle karmaşık bir ilişki içinde olduklarını açıklamıştır. Naziler geleneksel ataerkil toplumların kavramlarını ve kadına biçilen rolü överken, iş hayatından kadın eşitliğini sağladıklarını iddia etmişlerdir. Bununla beraber Hitler ve Mussoloni feminizme karşı olduklarını deklare etmiş ve 1933'de Almanya'da Nazizm'in yükselişinden sonra, feministlerin 1920'lerde ve savaş öncesi dönemde elde ettiği politik haklar ve ekonomik fırsatlar hızlıca ortadan kaldırılmıştır. Georges Duby ve arkadaşları, pratikte faşist toplumun hiyerarşik olduğunu ve erkeklerin cinsel güçleri üzerinde yükseldiğini ve kadınların büyük ölçüde ikincil konumda olduklarını söylemiştir. Blarimes, 1960'lardan bu yana Neofaşizmin feminizme düşman olduğunu ve kadınların geleneksel rollerine bağlı kalması gerektiğini savunmuştur.
Sivil hakların hareketi ve ırkçılıkla mücadele
Sivil haklar hareketi ile feminist hareket etki ve bilgi düzeyinde birbirlerini karşılıklı olarak etkilemiştir. Pek çok Batılı feminist, siyah eşitlik aktivizminin dili ve kuramlarını benimsemiş ve kadın hakları ile siyahi insanların hakları arasında paralellikler kurmuştur. Kadın ve sivil haklar hareketleri arasındaki bağlantılara rağmen, beyaz olmayan kadınlar, feminizmin ırk sorunlarını anlayamadığını, beyaz ve orta sınıf tarafından domine edildiğini savunmaları nedeniyle 60 ve 70'li yılların sonunda bazı gerilimler ortaya çıkmıştır. Benzer şekilde, bazı kadınlar sivil haklar hareketinin cinsiyetçi unsurlara sahip olduğunu ve kadın azınlıklarının endişelerini yeterince ele alamadığını savunmuştur. Bu eleştiriler, ırkçılığın, sınıfçılığın ve cinsiyetçiliğin kesişimi ile Black feminizm ve Chicana feminizmi gibi yeni feminist sosyal teorilerini ortaya çıkarmıştır.
Neoliberalizm
Neoliberalizm, feminist teori tarafından, özellikle dünyanın güney kısmında kadın iş gücü nüfusu üzerinde olumsuz etki oluşturması nedeniyle eleştirilmiştir. Maskülistlerin varsayımları ve hedefleri ekonomik ve jeopolitik düşünceye hâkim olmaya devam etmektedir. Sanayileşmemiş ülkelerdeki kadın deneyimleri, genellikle modernizasyon politikalarının olumsuz etkilerini ortaya çıkarmakta ve gelişimin herkese fayda sağladığı gibi ortodoks iddiaları geçersiz kılmaktadır.
Neoliberalizmin savunucuları, kadınların iş gücüne katılımını arttırarak ekonomik ilerlemenin artacağını teorize etmişlerdir, ancak feminist eleştirmenler, bu katılımın toplumsal cinsiyet ilişkilerinde eşitlik sağlamadığını belirtmişlerdir. Neoliberalizm, dişileştirilmiş emeğin devalüasyonu, erkeklere ve maskülistlere sağlanan ayrıcalık, kadınlara ailede ve iş yerinde boyun eğdirilmesinin politikleştirilmesi gibi önemli sorunları ele almamıştır. İstihdamın kadınlaştırılması, daha az arzu edilen, anlamsız, güvensiz ve tehlikeli olan, bozulmuş ve devalüasyona uğramış iş koşullarının kavramsal bir niteliğini ifade eder. Dünyanın güneyindeki işverenler, kadınsı iş gücüyle ilgili algılara sahiptirler ve düşük ücretleri kabul eden, basit, uysal işçiler ararlar. Dişileştirilmiş emek konusundaki toplumsal yapılar, bunda büyük rol oynamıştır, örneğin, işverenler çoğunlukla kadınları eğitim ve terfiden muaf tutmak, düşük ücret oranlarını haklı çıkarmak için kadınları 'ek gelir kazananlar' olarak etiketlemeye devam etmektedirler.
Feminizmin toplumsal etkileri
Feminist hareket, batı toplumlarında önemli değişiklere neden olmuştur. Bunlar; kadınların oy hakkı elde etmesi, eğitime daha fazla erişim, erkeklerle eşit ücret kazanmak, boşanma davası açma hakkı, kadınların gebelikle ilgili kişisel kararlar alması (doğum kontrol hapına ve kürtaja erişim de dahil) ve mülk sahibi olmak gibi değişiklikleri kapsamaktadır.
İnsan hakları
1960'lardan bu yana, ABD ve İngiltere'de kadın haklarına yönelik mücadele karmaşık sonuçlarla karşı karşıya geldi. Avrupa Ekonomi Topluluğu, kadınlara yönelik ayrımcı yasaların, Avrupa Topluluğunda yürürlükten kaldırılmasına karar vermiştir.
Bazı feminist hareketler, çocuklara karşı işlenen cinsel tacize ilişkin tutumların reform edilmesine yardımcı olmuştur. Genç kızların erkeklerle cinsel ilişkiye girmeye sebep olduğu görüşü, yetişkin olan ve kendi idaresini yapabilen erkeğin sorumluluğuyla yer değiştirmiştir.
1966 yılında, Amerika Birleşik Devletleri Kadın Ulusal Örgütü (NOW), bazı eyaletlerin kendi yasalarıyla devam etmesi ve yürürlüğe girmeyen Eşit Haklarda Değişiklik (ERA) yasası nedeniyle kadın eşitliğini sağlamaya ilişkin araştırmaya koyuldu. ABD'de üreme haklarına ilişkin, Roe v. Wade' davasında, kadınların hamilelik dönemine girip girmeyeceğine karar verme hakkının kendilerinde saklı olduğunu ilan eden yargı kararı merkezi bir konuma yükselmişti. Batılı kadınlar, aile ve kariyer planlamasına olanak tanıyan daha güvenilir doğum kontrol hakları elde ettiler. Hareket, 1910'larda ABD'de Margaret Sanger ve Marie Stopes önderliğinde başladı. 20 yüzyılın son 30 yıllık döneminde, batılı kadınlar, kendi hayatlarının planlamasına olanak tanıyan genellikle kariyer ve aile için yollar açan doğum kontrol gibi yeni bir özgürlük formuyla tanışmıştı.
20. yüzyılda kadınların iş yerlerine girmelerinde görülen artış, emeğin hane halkı içinde dağılımını etkilemiştir. Cathy Young, kadınların ev işinde ve ebeveynlikte erkeklerin eşit katılımı sağlayabileceklerini savunmasına rağmen, Sosyolog Arlie Russell Hochschild, erkek ve kadın iki kariyerli çiftlerin, ortalama olarak iş hayatında eşit derecede vakit geçirdiklerini ancak kadınların hala ev işlerine daha fazla zaman harcadığını bulmuştur. Judith K. Brown, "Geçim faaliyetleri aşağıdaki niteliklere sahip olduğunda, kadınların büyük oranda önemli katkıda bulunma olasılıkları vardır. Katılımcı evden uzakta olmak zorunda değildir, görevler nispeten monotondur ve konsantrasyon gerektirmez ve iş tehlikeli değil, kesintilere rağmen gerçekleştirilebilir ve kesildiğinde kolayca yeniden başlatılabilir." diye yazmıştır.
Uluslararası hukukta, Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Yok Edilmesi Sözleşmesi (CEDAW), Birleşmiş Milletler Genel Kurulu tarafından kabul edilen ve kadınlar için evrensel haklar tanımlayan uluslararası bir sözleşmedir. Bu sözleşme, sadece onaylayan ülkelerde yürürlüğe girmiştir.
Hukuk felsefesi
Feminist hukuk, kadınlarla hukuk arasındaki ilişkiyi inceleyen hukuk felsefesi dalıdır. Kadınlara karşı yasal ve toplumsal önyargıların geçmişi ile yasal haklarının güçlendirilmesi konularını ele alır.
Feminist hukuk felsefesi, çağdaş hukuk bilginlerinin felsefi yaklaşımına tepki olarak ortaya çıkmaktadır. Bu araştırmacılar hukuku, bir topluluğun evrensel, toplumsal cinsiyete dayalı ideallerini yorumlama ve sürdürebilme süreci olarak görmektedirler. Feminist hukuk bilimcileri, bunun kadınların değerlerini veya yasal çıkarlarını veya öngörüp deneyimleyebilecekleri zararları kabul etmede başarısız olduğunu iddia etmektedirler.
Dil
Toplumsal cinsiyete dayalı tarafsız dil savunucuları, cinsiyete özgü bir dili kullanmanın genellikle erkeğin üstünlüğünü ve eşitsiz bir toplumu yansıttığını savunmuşlardır. The English Linguistics El Kitabı'na göre, genel eril zamirler ve cinsiyete özgü meslek unvanları, İngilizce dilsel düzenin, erkekleri tarihsel olarak insan türünün prototipi olarak ele aldığı bir aşama olarak değerlendirmektedir.
İlahiyat
Feminist teoloji, dinlerin geleneklerini, uygulamalarını, kutsal yazılarını ve teolojilerini feminist bir bakış açısıyla yeniden değerlendiren bir harekettir. Feminist teolojinin amaçlarından bazıları, kadınların din adamları ve dini makamlar arasındaki rolünü çoğaltmak, erkek hakimiyeti altındaki Tanrı imgesini ve dilini yeniden yorumlamak, kadınların kariyer ve annelik ile ilgili yerlerini belirlemek ve dinin kutsal metinlerinde kadın imgelerini incelemektir.
Hristiyan feminizmi, kadınların ve erkeklerin eşitliği ışığında Hristiyanlığı yorumlamayı ve anlamayı amaçlayan feminist teolojinin bir dalıdır. Bu yorumlama biçimi, Hristiyanlığın tam olarak anlaşılması için gereklidir. Hristiyan feministler arasında standart bir inanç kümesi olmamasına rağmen, çoğunluk Tanrı'nın cinsiyete dayalı ayrımcılık yapmadığını savunmuştur. Kadın papazlarının atanması, Hristiyan evliliğinde erkek egemenliği ve ebeveynler arasında denge, erkeklerle karşılaştırıldığında kadınların ahlaki yetersizliği ve aşağılık olduğu iddiaları ve kiliselerde kadınların maruz kaldığı tüm davranışlar tartışmalı sorunlara dahildir. İncil, Hakimler 4: 4 ve Krallar 22:14'de otorite konumundaki kadınlara atıfta bulunmaktadır.
İslamcı feministler kadın haklarını, toplumsal cinsiyet eşitliğini ve sosyal adaleti İslami bir çerçeve içinde savunmaktadırlar. Savunucular, Kuran'da eşitlik kökenli öğretileri öne çıkarmak, Kuran aracılığıyla İslami öğretinin ataerkil yorumlamasını sorgulamak, hadis ve şeriatı baz alarak daha eşit ve adil bir toplumun oluşturulmasına yönelik araştırma yapmaktadırlar. Hareketin öncüleri İslam'a dayansa da, laik ve batılı feminist söylemlerden yararlanmakta ve İslami feminizm rolünü, küresel feminist hareketin entegre bir parçası olarak kabul etmektedir.
Budist feminizm, Budizm içerisinde kadınların dini, hukuki ve sosyal statüsünü iyileştirmeye çalışan bir harekettir. Budist feminizm ahlaksal, toplumsal, ruhsal ve liderlik bakımından kadın ve erkek eşitliğini Budist perspektiften ilerletmeye ve anlamaya çalışan feminist teolojinin bir parçasıdır. Budist feminist Rita Gross, Budist feminizmini "kadınların ve erkeklerin ortak insanlığının radikal uygulaması" olarak tanımlamıştır.
Yahudi feminizmi, Musevilikte kadınların dini, yasal ve sosyal statüsünü iyileştirmek ve Yahudi kadınlar için dini deneyim ve liderlik alanında yeni fırsatlar oluşturmak isteyen bir harekettir. Bu mücadele içerisindeki ilk Yahudi feministlerin ana konuları; tüm erkekleri ibadet grubu ve minyanın dışında tutmak, pozitif zamana bağlı mitzvottan muafiyet ve kadınların boşanmak ve tanıklık etmek gibi işlevleri konusunda yetersiz olma konuları vardı. Birçok Yahudi kadın tarih boyunca feminist hareketlere liderler yapmıştır.
Dianic Wicca feminist merkezli bir teolojidir.
Seküler veya ateist feministler, birçok dinin kadınlara yönelik baskıcı kurallara, kadın düşmanı temalara ve dini metinlerdeki çeşitli unsurlara sahip oldukları gerekçesiyle dine karşı feminist tarzda bir eleştiri yapmışlardır.
Ataerkillik
Ataerkillik, toplumun erkek otorite figürleri etrafında örgütlendiği bir toplumsal sistemdir. Babalar bu sistemde, kadınlar, çocuklar ve mülkler üzerinde yetki sahibidir. Bu sistem, erkeklerin kural ve ayrıcalık kurumlarını ima eder ve ayakta kalabilmesi için kadınların itaat etmesi bağlıdır. Çoğu feminizm formu, ataerkilliği kadınlara baskı yapan haksız bir sosyal sistem olarak değerlendirir. Carole Pateman erkeklik ve kadınlık arasındaki ataerkil ayrımın özgürlük ve itaat arasındaki politik fark olduğunu savunmuştur. Feminist teoride ataerkillik kavramı, genellikle kadınlar üzerinden erkek egemenliğini üreten ve uygulayan tüm toplumsal mekanizmaları içerir. Feminist teori, tipik olarak ataerkilliği, tezahürlerini ortaya koyarak ve eleştirel olarak analiz ederek üstesinden gelinebilecek bir toplumsal yapı olarak karakterize eder. Bazı radikal feministler, ataerkillik toplumda çok köklü olduğu için ayrılığın (veya özerkliğin) uygulanabilir tek çözüm olduğunu öne sürmüştür. Diğer feministler bu görüşleri erkek karşıtı olması nedeniyle eleştirmişlerdir.
Erkekler ve erkeklik
Feminist kuram, erkekliğin toplumsal inşası ve toplumsal cinsiyet eşitliği hedefinin etkilerini araştırmıştır. Erkekliğin toplumsal yapısı, feminizm tarafından sorunlu olarak görülür, çünkü erkekleri saldırganlığa ve rekabete sürükler, ataerkil ve cinsiyet eşitsizliği ilişkilerini güçlendirir. Ataerkil kültürler, erkeklere erkekliğin sınırlı formalarını sunması ve bu nedenle yaşam tercihlerini daraltması nedeniyle eleştirilmiştir. Bazı feministler erkeklerin tecavüze, aile içi şiddete ve erkekler için olumsuz sosyal beklentilere dikkat çekmek gibi erkeklerle ilgili aktivizmle uğraşmaktadır.
Erkeklerin feminizme katılımı, feministler tarafından desteklenir ve toplumsal cinsiyet eşitliği konusundaki tam taahhüt sağlamak için önemli bir strateji olarak görülür. Feminizm yanlısı pek çok erkek, hem kadın hakları aktivizmi hemde feminist kuram ve erkeklik araştırmalarında aktiftir. Bununla birlikte, bazıları feminizmde erkeğin katılımının gerekli olarak görürken, bazıları ataerkilliğin toplumsal cinsiyet ilişkilerinde yerleşik olması nedeniyle sorunlu olduğunu savunmaktadır. Bugün feminist ve erkeklik teorilerindeki fikir birliği, her iki cinsiyetin de feminizmin daha büyük hedeflerine ulaşması için işbirliği yapmasını zorunlu görmektedir. Büyük ölçüde, bunun kadınlar aracılığıyla gerçekleştirilebileceği ileri sürülmüştür.
Feminizm tartışamaları
Aralarında hem kadın hemde erkek eleştirmenler bulunan farklı gruplar feminizme karşı tavır almışlardır. Amerikalı üniversite öğrencileri arasında, feminist düşünceye destek, daha çok kendisini feminist olarak tanımlayanların dışından gelmektedir. ABD medyası feminizmi olumsuz bir şekilde tasvir etme eğilimdedir ve feministler düzenli kadınların iş ve boş zaman faaliyetleriyle daha az ilişkilendirilmektedir. Bununla birlikte, yakın tarihli araştırmaların gösterdiği gibi, insanlar kendini feminist olarak tanımlayanlara ve feminizm ile ilgili tartışmalara maruz kaldıkça, kendilerini feminizmle özdeşleştirmeleri artmıştır. Roy Baumeister, yalnızca toplumun tepesine bakıp topluma ilişkin bütünsel bir sonuç çıkarmaya çalışan feministleri eleştirmiştir. Baumeister: "Evet, çoğunlukla en tepede erkekler var. Ancak dibine bakarsanız, eninde sonunda, çoğu erkeğin en dipte olduğunu göreceksiniz" demiştir.
Pro-feminizm
Pro-feminizm, herhangi bir feminist hareketin bir üyesi olmayı ima etmeksizin feminizmin hedeflerini desteklemeyi işaret etmektedir. Bu terim çoğunlukla, feminizmi aktif biçimde destekleyen erkeklerle ilgili olarak kullanılır. Feminizm yanlısı erkek gruplarının faaliyetleri arasında, okullarda çocuk ve genç erkeklerin şiddet karşıtı faaliyet yürütmesi, iş yerlerinde cinsel tacize karşı olmak, toplumda eğitim kampanyaları yürütmek ve şiddetin erkek faillerine danışmanlık yapmakta dahildir. Pro-feminist erkekler aynı zamanda erkeklerin sağlığına, anti-pornografi mevzuatı dahil olmak üzere pornografiye karşı eylemde bulunmaya, erkek çalışmaları ve okullarda toplumsal cinsiyet eşitliği müfredatının geliştirilmesi gibi aktivizmlerle ilişki içindedirler. Bu çalışmalar, bazen aile içi şiddet ve tecavüz kriz merkezleri gibi feministler ve kadın hizmetleri ile işbirliği içindedir.
Anti-feminizm ve feminizm eleştirisi
Anti-feminizm, bir kısım veya tüm formlarıyla feminizme karşıdır.
19. yüzyılda anti-feminizm, ilk olarak kadınların oy kullanma hakkına karşı faaliyet yürütmüştür. Daha sonra, kadınların yüksek öğrenim kurumlara girmesine karşı olanlar, eğitimin kadınlar üzerinde çok büyük fiziksel bir yük sağladığını iddia etmişlerdir. Diğer anti-feministler, kadınların iş gücüne ve sendikalara katılmalarına, mahkemelerde jüri koltuğuna oturma, doğum kontrolünü ve cinselliklerini kontrol altına alma haklarına karşı çıkmışlardır.
Bazı insanlar, geleneksel değerlere ve dini inançlara aykırı olduğu gerekçesiyle feminizme karşı gelmişlerdir. Bu anti-feministler, boşanmanın ve evlenmemenin zararlı ve yanlış olduğunu, kadınların temelde farklı olduğunu ve bu farklı geleneksel rollerin toplumda sürdürülmesi gerektiğini savunmuşlardır. Diğer anti-feministler, ailelerdeki erkek otoritesinin azaltılmasının yanı sıra kadınların iş gücüne, siyasi görevlere ve oylama sürecine girmesine karşı çıkmaktadırlar.
Camille Paglia, Christina Hoff Sommers, Jean Bethke Elshtain, Elizabeth Fox-Genovese, Lisa Lucile Owens ve Daphne Patai gibi yazarlar bazı feminizm formlarına karşı çıkmışlardır; ancak kendilerini feminist olarak tanımlamaktadırlar. Örneğin, feminizm sık sık erkek düşmanlığını teşvik ettiğini ve kadın menfaatlerinin erkeklerin üzerinden yükselttiğini ileri sürmekte ve radikal feminist tavrın hem erkek hem de kadınlara zarar verdiği gerekçesiyle eleştirmektedirler. Daphne Patai ve Noretta Koertge, "anti-feminist" teriminin, feminizm hakkındaki akademik tartışmayı bastırmak için kullanıldığını iddia etmektedirler. Lisa Lucile Owens, sadece kadınlara yönelik belirli hakların verilmesini ataerkillik olduğunu savunmuşlardır, çünkü kadınları ahlaki muhakemenin önemli bir yönünü kullanmaya itiyorlar.