Büyük Alfred
Büyük Alfred kimdir?
Büyük Alfred ("bilge elf"; 849 - 26 Ekim 899), 871- 899 yılları arasında hüküm süren Wessex Kralıdır.
Alfred, Vikinglerin istila ve yağmalama girişimlerine karşı ülkesini başarılı bir şekilde savundu ve ölene kadar İngiltere'deki en güçlü hükümdar oldu. Alfred, "Büyük" unvanına sahip olan iki İngiliz hükümdardan biridir. Bu unvana sahip olan diğer hükümdar ise İskandinavyalı Büyük Knud'dur. Kendisini sadece ''Batı Saksonlarının'' kralı olarak değil ''Anglo-Saksonların Kralı'' olarak tanımlayan ilk kraldı. Alfred'in hayatı 10. yüzyılda, Galler asıllı piskopos ve rahip olan, Asser tarafından yazılan ''Kral Afred'in Hayatı'' isimli eserde anlatılmıştır.
Alfred, merhametli, öğrenmeyi seven, zarif, yaptığı reformlarla ülkesinin hukuk sistemini ile askeri yapısını yeniden düzenleyen ve halkın yaşam kalitesini yükselten bir adam olarak ünlenmiştir. Alfred ülkesinde eğitimin yaygınlaştırılması için teşviklerde bulunmuştur. Lakin ülkede eğitim dili olarak Latince'yi değil İngilizceyi tercih etmiştir. Alfred, 2002 yılında BBC tarafından hazırlanan 100 Büyük Britanyalı anketinde 14 sırada yer aldı.
Büyük Alfred'in çocukluğu
Alfred, Oxfordshire bölgesinde yer alan Wanating köyünde (günümüzde Wanating) MS 849 yılında doğdu. Wessex Kral Æthelwulf ve ilk eşi Osburh'un en küçük oğluydu.
Anglo-Sakson Kroniği'ne göre Alfred, 853 yılında daha dört yaşındayken Roma'ya gönderildi. Burada düzenlenen özel bir törende Papa IV. Leo tarafından kral olarak kutsandı. Viktorya Dönemindeki tarihçiler ise bu olayı ''Wessex Kralı olarak taç giydiği zaman yapılan olarak taç giyme törenin bir provası' olarak yorumlamışlardır. Ancak bu pek de olası değildi. O sırada Alfred'in hayatta olan üç kardeşi daha vardı ve bu nedenle Alfred'in tahtın varisi olarak görülmesi pek de mümkün değildi. IV. Leo'nun bir mektubun da Alfred'in "konsül" ilan edildiğinden bahsedilmektedir. Bu nedenle Viktorya Dönemindeki tarihçiler bilerek veya bilmeyerek bu durumu yanlış yorumlamış olabilirdi. Alfred'in babasının Roma'ya gerçekleştirdiği hac yolculuğunda, babasının yanında bulunduğu da iddia edilmiştir. Ayrıca Alfred'in zamanının bir kısımını da (854-855) Frankların o dönem ki kralı olan Dazlak Karl'ın sarayında geçirdiği düşünülmektedir.
856'da Roma'dan döndüklerinde Æthelwulf oğlu Æthelbald tarafından devrildi. Ülkede iç savaş emareleri baş göstermeye başlayınca, ülkenin ileri gelenleri uzlaşmaya varılabilmesi için bir konsey toplayarak bir araya geldiler. Æthelbald ülkenin batı kısımlarını (yani tarihi Wessex bölgesini) yönetme hakkını elde ederken Æthelwulf ise ülkenin doğu kısımlarını aldı. Kral Æthelwulf 858 yılında ölünce Wessex Krallığı, önce Alfred'in üç kardeşi tarafından yönetildi: Æthelbald, Æthelberht ve Æthelred.
Piskopos Asser, daha küçük bir çocuk olan Alfred'in annesi tarafından onu ezberleyen ilk çocuğuna hediye edeceğini söylediği Sakson şiirlerini içeren bir kitabı nasıl kazandığı ile ilgili bir hikaye anlatmaktadır. Ayrıca Asser, genç Alfred'in iyileşmek için bir süre İrlanda'da vakit geçirdiğini de anlatmaktadır. Alfred, hayatı boyunca sağlık problemleri yaşamıştı. Alfred'in Crohn hastalığından muzdarip oldUğu düşünülmektedir. Winchester ve Wantage'de bulunan Alfred heykellerinde kral, büyük ve güçlü bir savaşçı olarak tasvir edilmişti. Fakat elde edilen kanıtlara göre Alfred fiziksel olarak çok da güçlü biri değildi. Her ne kadar çok fazla cesur olmasa da oldukça zeki birisiydi ve savaşlardan oldukça hoşlanırdı.
Alfred'in kardeşlerinin hükümdarlığı
Üç kardeşten daha büyük olan ikisinin, Wessex'li Æthelbald ve Wessex'li Æthelberht, kısa süren hükümranlık dönemlerinde Alfred'den bahsedilmemiştir. Anglo-Sakson Kroniğine göre 865 yılında ''Büyük Viking Ordusu'' olarak adlandırılan Danimarka ve İsveçlilerden oluşan devasa bir ordu Anglo-Sakson İngiltere'sinde bulunan dört krallığı fethetmek için ülkeye gelmişti. Arka planda Viking Ordusu saldırılarını sürdürürken 865 yılında üçüncü kardeş, Wessex'li Æthelred'in tahta çıkmasının ardından Alfred kamu hayatına giriş yaptı.
Piskopos Asser'e göre bu dönemde Alfred'e ''secundarius'' ünvanı verilmişti. Bu ünvan Keltlerdeki ''tanist'' unvanı ile aynı anlama geliyordu. Yani kralın yerine geçecek kişi demekti. Bu unvanın kullanılmaya başlanması Alfred'in babasının çalışmaları veya Anglo-Sason Meclisi olan Witan'ın almış olduğu karar ile başlamıştır. Buradaki amaç eğer Æthelred savaşta ölürse krallığın başına kimin geçeceğinin belli olmasıdır. Kraliyet ailesindeki prenslerin veliaht prens veya ordu komutanı olarak taçlandırılmaları, Anglo-Saksonlar'da olduğu gibi diğer Cermen kabileleri olan İsveçliler ve Franklar'da da görülmektedir.
Viking istilasına karşı savaş
868 yılında Alfred'in Æthelred ile beraber, İvar Ragnarsson (Kemiksiz İvar) komutasındaki Büyük Viking Ordusunun Mersiya Krallığını ele geçirmelerini önlemek için başarısız bir girişimde bulundukları kaydedilmiştir. 870 yılının sonlarında Danimarkalılar Wessex Krallığına geldiler. Vikinglerin gelişini takip eden yıl "Alfred'in savaş yılları" olarak anılmaya başlamıştır. Bu süreç içerisinde iki taraf da birbirleri ile dokuz defa karşılaşmışlardır. Bu karşılaşmaların iki tanesi kayıt altına alınmamış olsa da her bir karşılaşmanın sonunda farklı sonuçlar elde edilmiştir.
31 Aralık 870'de Berkshire'da gerçekleşen Englefield Savaşı'nı Anglo-Saksonlar kazandılar. Bu savaşın ardından Anglo-Saksonlar İvar'ın kardeşi Halfdan Ragnarsson'u Reading Muharebesinde ve ardından yaşanan kuşatmada büyük bir yenilgiye uğrattılar. Dört gün sonra, Anglo-Saksonlar muhtemelen Compton veya Aldworth yakınlarındaki Berkshire Downs'ta yaşanan Ashdown Muharebesinde parlak bir başarı kazandılar. Özelliklr Alfred, bu son savaşı kazanması ile büyük bir itibar elde etmiştir.
Aynı ayın sonlarında, 22 Ocak'da, Anglo-Saksonlar Basingtle Savaşı'nda yenildiler. 22 Mart'ta gerçekleşen Merton Savaşı'nda (belki Wiltshire'daki Marden veya Dorset'teki Martin de) tekrar yenildiler. Æthelred kısa süre sonra 23 Nisan'da öldü.
Büyük Alfred'in savaş başarıları
Alfred'in Vikinglere karşı savaşı
871 yılının Nisan ayında Kral Æthelred öldü ve Alfred, Wessex tahtına ülkenin savunulması sorumluluğu ile beraber oturdu (Æthelred arkasında yaşları küçük iki oğul bırakmıştır Æthelhelm ve Æthelwold). Bu durum Æthelred ve Alfred'in o yılın başında Swinbeorg'da yaptıkları toplantı da alınan karara uygundu. Kardeşler kendi aralarında yaptıkları antlaşma da eğer hangisi önce ölürse diğeri kral Æthelwulf'un mirasına sahip olacak ve ölenin çocukları da ona katılacaktı. Ölenin çocukları ise babalarından kendilerine kalan arazileri ve mülkleri ise her ne olursa olsun yetişkinliğe ulaştıklarında alacaklardı. Bu antlaşmadaki en önemli konu ise hayatta kalan kardeşin kral olması idi. Vikinglerin saldırılarının devam etmesi ve yeğenlerinin daha çok küçük olmaları nedeni ile Alfred tartışmasız bir biçimde yeni Wessex Kralı oldu.
Alfred kardeşinin cenaze işleri ile ilgilenirken Danimarkalılar ise Sakson ordusunu, adı bilinmeyeN bir noktada, yenilgiye uğratmışlardı ve Mayıs'da tekrar Wilton yakınlarına gelmişlerdi. Wilton yakınlarında gerçekleşen savaşta Saksonların aldıkları yenilgi Alfred'in krallığını işgalcilerden koruyabileceği umuduna büyük bir darbe vurdu. Kaynaklarda koşulları belirtilmeyen bir barış antlaşması yapmak zorunda kaldı. Piskopos Asser, putperestler ile bölgenin boşaltılması konusunda antlaşmaya varıldığını ve onların da sözlerini yerine getirdiklerinden bahseder.
Nitekim Viking ordusu, 871 sonbaharında Reading'tan çekildi ve kış mevsimini geçirmek için Mersiya Londra'sındaki üslerine döndüler. Asser'in anlatımında ya da Anglo-Sakson Kroniği'nde belirtilmese de büyük bir ihtimalle Alfred işgalcilere bölgeden ayrılmaları için büyük bir ödeme yapmıştır. Sonraki yıl Mersiyalılar da aynısını yapacaklardır. 871-872 yıllarında Londra'da bulunan Vikinglerin işgali ile ilgili Croydon, Gravesend, ve Waterloo Köprüsü civarında arkeolojik kazılar yapılmıştır. Elde edilen bulgular da Vikingler ile barış yapmanın oldukça maliyetli olduğu ortaya çıkmıştır. Sonra ki beş yıl boyunca Vikingler İngiltere'nin diğer bölgelerine saldırılar düzenlediler.
876 yılında yeni liderleri Guthrum'un öcülüğünde Danimarkalılar Sakson ordusunu geçerek Dorset bölgesindeki Wareham'a saldırıp kenti işgal ettiler. Alfred Vikinglerin daha fazla ilerlemelerini engelledi, ancak Wareham'a saldırmadı. İki taraf arasında yeniden barış görüşmeleri yapıldı. Karşılıklı olarak rehineler verildi ve kutsal değerler üzerine yeminler edildi (Danimarkalılar Thor'a ibadet etmek ile ilişkili olan ''Kutsal Yüzük'' üzerine yemin ettiler). Fakat Danimarkalılar sözlerinde durmayarak bütün rehineleri öldürdüler ve gecenin karanlığından yararlanarak Devon'daki Exeter'e kaçtılar.
Alfred, Devon'daki Viking gemilerinin ilerlemesini engelledi. Bölgeye gelen bir kurtarma filosu da fırtına yüzünden dağılınca Danimarkalılar geri çekilmek zorunda kaldılar ve Mersiya'ya geri çekildiler. Ocak 878'de Danimarkalılar Alfred'in Noel sırasında kaldığı kraliyet şehri olan Chippenham'a ani bir saldırı düzenlediler. Vikingler Kral Alfred dışında birçok insanı öldürdüler. Kral ve beraberindeki küçük bir grup orman ve bataklı içerisinde ilerleyerek kurtulmayı başardılar. Paskalya sonrasında Kral Sommerset bataklıkları içerisinde Athelney'de bir kale inşa ettirdi ve düşmanları ile savaşmaya devam etti. Kuzey Petherton yakınlarındaki bir ada olan Athelney üzerine inşa ettirdiği kaleden Alfred, Vikinglere karşı etkili bir direniş harekatı yönetmeye başladı. Somerset, Wiltshire ve Hampshire bölgesinde yaşayan insanlar askere alınarak milis kuvvetler oluşturuldu.
12. yüzyıl kaynaklarına dayanan bir efsaneye göre, ilk defa Somerset civarına kaçtığı sırada gerçek kimliğinden habersiz olan bir köylü kadın, Alfred'in evine sığınmasına izin verir. Kadın kek pişirdiği sırada Alfred'e keklere dikkat etmesini söyleyerek başka işler ile ilgilenmek için dışarı çıkar. Krallığının sorunlarını düşünen Alfred, yanlışlıkla keklerin yanmasına neden olur ve köylü kadın geri döndüğünde sert bir azar işitir.
878 yılı, Anglo-Sakson krallıkları için en kötü yıldı. Diğer tüm krallıklar Vikingler tarafından istila edilirken Wessex hala tek başına direniyordu.
Karşı saldırı ve zafer
Paskalyadan sonraki yedinci haftada (4-10 Mayıs 878), Whitsuntide çevresinde, Alfred, Selwood'un doğusundaki Egbert'in Taşı'na doğru ilerledi. Burada ''Somerset, Wiltshire ve Hampshire'ın denizin bu tarafında ki (yani, Southampton Su'nun batısı), bütün halk toplanmış ve kralı görmekten büyük bir sevinç duyuyorlardı dedi. Alfred'in bataklıklar içerisindeki güvenli üssünden çıkması dikkatlice hazırlanmış bir saldırı planının parçasıydı. Bu saldırı için üç kontluktan çok sayıda fryd (Anglo-Sakson piyadesi) toplanmıştı. Kralın savaş çağrısına çok sayıda lord'un (ealdormenler ve kraliyet sancaktarlarının) cevap vermesi Alfred'in hala ülke de büyük bir otoriteye sahip olduğunu göstermektedir. Ayrıca Alfred harekete geçmeden önce çok iyi bir keşif ve habercilik ağı oluşturmuştu.
Alfred, Westbury, Wiltshire yakınlarındaki Edington Muharebesinde büyük bir zafer kazandı. Daha sonra Danimarkalıları Chippenham'daki kalelerine kadar takip etti, kenti kuşatarak onları teslim olmaya zorlamak için aç bıraktı. Danimarkalılara sunulan teslim koşullarından birisi de Guthrum'un Hristiyanlığı kabul etmesi idi. Üç hafta sonra Danimarkalıların kralı ve 29 şefi Alfred, Athelney yakınlarındaki, Alfeld'deki sarayında vaftiz edildiler. Alfred, Gunthrum'u manevi oğlu olarak kabul etmiştir.
Asser'e göre:
''Chrisom (kişinin başının bir örtü ile örtüldükten sonra bir parça yağ ile kutsanması töreni) sekiz gün gün sonra Wedmore'daki kraliyet mülkünde büyük bir törenle gerçekleşti.''
Wedmore'da bazı tarihçilerin iddiasına göre Alfred ve Guthrum arasında Wedmore Antlaşmasını olarak adlandırılan bir antlaşma imzalandı Fakat iki taraf arasında karşılıklı olarak düşmanlıkların bitirilmesinde sonra bir barış antlaşması imzalanabildi. İmzalandığı iddia edilen Wedmore Anlaşmasına göre, Hristiyanlığı kabul eden Guthrum Wessex'i terk ederek Doğu Anglia geri dönecekti. Gerçekten de 879 yılındada Viking ordusu, Chippenham'dan ayrılarak Cirencester'a gitti. Alfred ve Guthrum arasında imzalanan resmi antlaşmanın (Treaty of Alfred and Guthrum) Eski İngilizce versiyonu Cambridge Üniversitesinde Corpus Christi Kolejinin arşivinde bulunmuştur (383 no'lu El Yazması ). Quadripartitus olarak isimlendirilen antlaşmanın Latince bir derlemesi ise yıllar sonra, muhtemelen 879 veya 880 yılında, Mersiya Kralı II. Ceowulf devrildiği zaman hazırlanmıştır.
Bu antlaşma Mersiya krallığı Alfred ve Gunthrum arasında bölüşüldü. İki krallık arasındaki sınır, Thames Nehrinden, Lea Nehri'ne kadar olan hat olarak belirlendi: Lea Nehrinin kaynağından (Luton'un yakınında) uzanan düz bir hat boyunca Bedrord'a; Bedford'dan ise Ouse Nehri takip edilerek Watling Caddesi'ne (Antik Britanya da kullanılan önemli bir ulaşım yolu) kadar.
Başka bir deyişle Alfred, Ceolwulf'ın krallığına bağlı Batı Mersiya topraklarını ele geçirdi. Guthrum ise Doğu Mersiya topraklarını, Doğu Anglia Krallığının topraklarına katarak, sahip olduğu krallığı (Danelaw olarak da bilinir) büyüttü. Dahası, anlaşma gereği, Alfred, önemli bir Mersiya şehri olan Londra ve Londra da bulunan darphaneler üzerinde- en azından şimdilik- bir kontrol sağladı. Kral Egbert döneminden beri Batı Saksonlarının elinde bulunan Essex'in durumu ile ilgili antlaşmada hiçbir madde bulunamamıştır. Alfred'in sahip olduğu askeri ve politik üstünlüğe rağmen bu konuda yeni vaftiz oğluna karşı hiçbir girişimde bulunmaması oldukça şaşkınlık vericidir.
Sessiz yıllar, Londra'nın restorasyonu (880'ler)
Alfred ile Guthrum arasında imzalanan antlaşmanın sonrasında Guthrum artık Alfred için tehdit olarak çıktı. 880 yılında Guthrum'a bağlı halk yavaş yavaş İngiltere'ye gelerek Doğu Anglia bölgesine yerleşmeye başdılar. 878-879 kışında Fulham'da kalmış olan Viking ordusu Belçika'daki Gent şehrine doğru yola çıktılar. Bu Viking Ordusu 879-892 yılları arasında kıta Avrupası üzerinde aktif bir şekilde faaliyetlerde bulundular.
Her ne kadar Gunthurum ile bir anlaşmaya varılmış olsa da, Alfred hala bazı Viking birlikleri ile mücadele etmek zorundaydı. Bir yıl sonra, 881'de Alfred, açık denizlerde bulunan dört Danimarka gemisi ile küçük bir deniz savaşı yaptı. Gemilerden ikisi yok edildi ve diğer ikisi ise Alfred'in birliklerine teslim oldular. Alfred yine önceden olduğu gibi bağımsız bir şekilde hareket eden yağmacı grupları ile de mücadele etmek zorundaydı.
883 yılında Alfred - bu yıl ile ilgili bazı tartışmalar vardır - Roma'ya karşı göstermiş olduğu destek ve yapmış olduğu bağışlar nedeni ile Papa Marinus'dan çok sayıda hediye aldı. Bu hediyeler arasında oldukça dindar biri olan Sakson kralı için gerçek bir hazine sayılabilecek İsa'nın Çarmıha Gerildiği Haçın küçük bir parçası da vardı. Asser'e göre Papa Marinus, Alfred ile olan dostluğundan dolayı Roma'da yaşayan bütün Anglo-Saksonları her türlü vergiden muaf hale getirdi.
Guthrum ile imzaladığı antlaşmadan sonra Alfred, bir süre için, büyük ölçekli çatışmalara girmekten kurtuldu. Bu kısmen başarılı olan barışa rağmen, kral bazı Danimarkalı yağmacı gruplarının gerçekleştirdiği baskınları ile uğraşmak zorunda kaldı. Bunların arasında, en önemli olanı hiç şüphesiz 885 yılında Güneydoğu İngiltere'de bulunan ve Alfred ile müttefik olan Kent şehrine yapılan baskındı. Bu saldırı Gunthrum ile yapılan savaşlar döneminden beri gerçekleşen en büyük saldırı idi. Asser'e göre Danimarkalılar önce önemli bir Sakson kenti olan Rochester'e yerleşirler. Daha sonra Kent şehrini kuşatmak için küçük bir kale inşa ederler. Gerçekleşen bu saldırıya karşılık olarak ise Alfred Anglo-Sakson kuvvetlerini toplayıp Vikinglere karşı harekete geçti. Wessex Ordusu ile karşılaşmaktan çekinen Vikingler gemilerine binerek İngiltere'nin farklı kısımlarına doğru yelken açtılar. Geri çekilen Danimarka kuvvetleri, ertesi yaz İngiltere'den ayrıldılar.
Kent şehrindeki başarısız Viking saldırısının ardından Alfred filosunu Doğu Anglia'ya gönderdi. Asser, bu seferin yağma ve talan amacıyla gerçekleştirildiğini iddia ederken bu seferin gerçek amacı tam olarak bilinmemektedir. Stour nehri boyunca yukarıya ilerleyen İngiliz filosu sayıları 13 ila 16 arasında değişen (kaynaklarda farklı sayılar verilmiştir) Danimarka gemileri ile karşılaştılar ve iki taraf arasında bir savaş yaşandı. Anglo-Sakson filosu bu çarpışmadan zaferle çıktı ve Huntingdon'a göre gemilerini ganimet ile doldurdular. Muzaffer İngiliz filosu, Stour Nehri'nden ayrılmaya çalışırken nehrin ağzında kendilerini bekleyen Danimarkalıların saldırısına uğradılar. Alfred'in donanması büyük bir yenilgi aldı. Bunun nedeni olarak ise girdikleri daha önceki çarpışmalarda filonun zayıflamış olduğudur.
Bir yıl sonra, 886'da, Alfred Londra şehrini yeniden işgal etti ve şehri tekrar yaşanabilir bir hale getirmek için çalışmalara başladı. Alfred kenti Mersiya bölgesinin kontu olan damadı Éthelred'in yönetimine bıraktı. Londra şehrinin restorasyonu 880'li yılların son yarısı boyunca devam etti ve bu restarosyon yapılırken yeni bir sokak planlamasının kullanıldığı düşünülmektedir. Roma döneminden kalma surlar yeniden onarıldı ve bazı yerlerde yeni tahkimatlar inşa edildi. Bir iddiaya göre yapılan bu çalışmalar Thames Nehrinin güneyindeki tahkimatlarla örtüşmektedir.
Bu dönem aynı zamanda bütün tarihçilerin de kabul ettiği gibi İngiltere olarak birleşmeden önce bütün Sakson halkının Alfred'in hakimiyetini kabul ettikleri dönemdir. Bununla birlikte bu, Alfred'in ''İngiltere Kralı'' olarak anılmaya başlaması bu dönemde gerçekleşmemiştir. Aslında Alfred bu ünvanı asla kendisi için kullanmadı.
Londra restorasyonu ile 890'lı yılların başındaki büyük ölçekli Danimarka saldırılarının yeniden başlaması arasındaki dönemde Alfred'in saltanatı oldukça sorunsuz geçti. 880'lerin sonundaki göreceli barış, Alfred'in kızkardeşi Æthelswith'in 888 yılında Roma'ya gidişi sırasında ölmesi ile gölgelendi. Aynı yıl, Canterbury Başpiskoposu da öldü. Bir yıl sonra ise Guthrum (ya da Vaftiz adı ile Athelstan) Alfred'in eski düşmanı ve Doğu Anglia kralı öldü. Bedeni ise Suffolk'un Hadleigh kentinde gömüldü.
Guthrum'un ölümü Alfred için siyasi manzarayı da değiştirdi. Ortaya çıkan güç boşluğu sırasında enerjik ve savaş meraklısı savaş lordları Gunthrum'un yerini almak için birbirleri ile yarışmaya başladılar. Alfred'in hayatındaki huzur dolu yılların sonuna gelinmişti ve ufukta yeniden savaş görünüyordu.
Viking saldırıları püskürtüldü (890'lar)
892 veya 893 sonbaharındaki bir sükunet döneminin ardından Danimarkalılar tekrar saldırdılar. Kıta Avrupa üzerinde kendi durumlarını oldukça istikrarsız buldular, bu nedenle 330 gemi ile iki tümen halinde İngiltere'ye geçtiler. Bu yeni istilacıların, büyük bir ksımı Appledore ve Kent'e giderken daha küçük bir grup ise, Hastein'in komutası altında, Milton'a ve yine Kent'e gittiler. Bu sefer istilacılar yanlarında eşlerini ve çocuklarınıda getirmişlerdi. Bundaki amaç ülkeyi ele geçirip kolonize etmekti. Alfred ise, 893 ya da 894 yılında, her iki Viking ordusunu da gözetleyip-kontrol edebileceği bir pozisyona geçti.
Hastein ile görüşmeler devam ederken, Appledore'daki Danimarkalılar Anglo-Saksonlar ile aralarındaki antlaşmayı kuzeybatı bölgelerine saldırmaya başladılar. Alfred'in büyük oğlu Edward tarafından karşılandılar ve Surrey bölgesindeki Farnham'da yaşanan büyük bir çarpışmada yenildiler. Sağ kalanlar ise Buckinghamshire ve Middlesex arasındaki Colne Nehri üzerindeki Thorney'de bulunan bir adaya sığındılar. Burada bulunan Vikingler kıstırılarak kaçmaları engellendi ve Anglo-Saksonlara rehineler vererek Wessex'i terkedeceklerine dair sözler verdiler. Önce Essex'e gittiler. Benfleet'de bir kez daha yenildikten sonra Shoebury de Hastein'in kuvvetlerine katıldılar.
Alfred, Thorney'deki oğlunu rahatlatmak için yola çıktığı sırada Northumbrian ve Doğu Anglia Danimarkalılarının Exeter'i ve Kuzey Devon kıyısındaki ismi bilinmeyen bir kaleyi kuşattıklarını haber aldı. Alfred hemen acele ile batıya doğru hareket etti ve Exeter Kuşatması'nı kaldırdı. Diğer yerin akıbetinin ne olduğu ise kaydedilmemiştir.
Bu arada Hastein yönetimindeki kuvvetler muhtemelen batıdaki arkadaşlarının da kendilerine yardıma gelecekleri fikri ile Thames Vadisi'nin yukarısına doğru yürüyüşe geçtiler. Bu birlikler Mersiya, Wiltshire ve Somerset kontları tarafından komuta edilen büyük bir Anglo-Sakson ordusu ile karşılaştılar. Bu nedenle Vikingler kuzeydoğuya doğru dönerek ilerlemek zorunda kaldılar, fakat sonunda Buttington'da kıstırıdılar (Bazıları bu Buttington'un Wye Nehri ağzında olduğunu iddia ederken bazıları ise Welhpool yakınlarında olduğunu iddia ederler). İngiliz hatlarını yarmaya yönelik ilk girişimleri başarısızlıkla sonuçlandı. Kaçmayı başaranlar Shoebury'ye çekildiler. Önemli miktarda takviye güç topladıktan sonra, İngiltere boyunca ani bir saldırıya giriştiler ve Chester şehrinin Roma surlarını yerle bir ettiler. İngilizler, Vikinglere yönelik bir kış ablukası düzenlemediler, ancak bölgedeki tüm malzemeleri imha etmekle yetindiler.
894 ya da 895 yılının başlarında yiyecek kıtlığı nedeni ile Danimarkalılar bir kez daha Essex'e geri çekilmek zorunda kaldılar. Yıl sonunda Danimarkalılar gemilerini Thames Nehri'nin ve Lea Nehri'nin kuzeyine çektiler ve Londra'nın 32 km kuzeyinde kuvvetlerini takviye etmeye başladılar. Danimarkalıların hatlarına yönelik düzenlenen doğrudan bir saldırı başarısızlıkla sonuçlandı, ancak o yılın ilerleyen zamanlarında Alfred, Danimarkalıların gemilerinin nehirden çıkışını engelleyen bazı fırsatlara sahip olduğunu gördü. Danimarkalılar, herhangi bir manevra yapabilme imkanlarının olmadığını anladılar. Kuzeybatıya doğru ilerleyerek Bridgnorth yakınlarındaki Cwatbridge'de kış mevsimini geçirdiler. Ertesi yıl, 896 (veya 897), mücadeleden vazgeçtiler. Bazıları Northumbria'ya, bazıları da Doğu Anglia'ya geri döndüler. İngiltere'de hiçbir bağlantısı olmayanlar ise Avrupa anakarasına geri çekildiler.
Askeri yeniden yapılanma
Britanya'yı beşinci ve altıncı yüzyılda işgal eden Germen kabileleri ihtiyaç duydukları askeri kuvveti büyük oranda kabile içerisinden toplanan erkeklerden sağlıyorlardı. Büyük oranda zırhsız olan bu birliklere ''fryd'' deniliyordu. Erken dönem Anglo-Sakson Krallıkları da asker ihtiyaçlarını yine bu sistem aracılığı ile karşılıyorlardı. Fryd'ler genel olarak ülke içerisinden toplanan yerel milis birliklerdi. Bütün özgür erkeklerin gerektiği zaman fryd birliklerine katılarak hizmet vermeleri beklenmekteydi. Askerlik hizmetini reddedenler para cezası veya topraklarının ellerinden alınması riski ile karşı karşıya kalıyorlardı. Wessex'in Kral Ine'nin, 694 yılında yayımladığı bir yasaya göre:
Eğer toprağı olup da askerlik hizmetini yerine getirmeyen bir soylu var ise 120 şilin ödeyecek ve toprağı elinden alınacaktır. Eğer hiç bir şekilde toprağı olmayıp askerlik hizmetini yerine getirmeyen bir soylu var ise 60 şilin ceza ödeyecektir. Eğer normal bir vatandaş askerlik hizmetini yerine getirmez ise 30 şilin ceza ödeyecektir.
Vikingler ile daha önceki yaptıkları savaşları inceleyen Alfred 878 yılında Wessex'in kullandığı savaş taktiklerinin tamamen Danimarkalıların lehine olduğunu fark etti. Hem Anglo-Saksonlar hem de Danimarkalılar zenginlikleri ve diğer önemli kaynakları ele geçirmek için bir yerleşim yerine saldırdıklarında farklı askeri taktikler kullanıyorlardı. Anglo-Saksonlar genel olarak güçlerini bir kalkan duvarı oluşturmak için kullanıyorlardı. Ardından yavaş yavaş hedeflerine doğru ilerliyorlar ve düşman savunmasını yarmak için saldırıya geçiyorlardı.
Danimarkalılar ise saldırabilmek için kolay hedefleri seçiyorlardı. Haritalar üzeride dikkatle inceleme yaparak karşı karşıya oldukları riskleri belirliyorlar ardından ise hem en az riskli hem de en zengin yerleşim yerlerine saldırıyorlardı. Bu nedenle Alfred yeni bir strateji geliştirdi. Buna göre küçük savunulabilir üsler inşa ederek Vikinglere buralardan saldırılar düzenleyeceklerdi. Eğer Vikingler güçlü bir direniş gösterirler ise üslerine geri çekilerek savunma düzeni alacaklardı.
Bu üsler, ilerlemeler sırasında inşa edilmekteydi. Anglo-Saksonlar önemli bir arazi veya mülkü ele geçirdiklerinde hemen hendekler, basit surlar ve çitler inşa ediyorlardı. Bu taktikleri uygulamaya başladığında Alfred bir şey fark etti. Danimarkalılar oldukları yerde durmuyorlardı. Onlar rakiplerinin güçlerini azaltmak için uzun süreli kuşatmalar düzenlemek yerine doğrudan bir karşı saldırı düzenleyerek rakiplerini yok etmeyi daha çok seviyorlardı.
Bu nedenle Anglo-Saksonlar serbest bir biçimde hareket eden yağmacıların engellenmesi için daha çok kuvvet görevlendirmeye başladılar. Ancak bu seferde orduları zayıflayarak Vikingler karşısında daha güçsüz bir hale geldi. Yerel baskınlarla başa çıkılabilmesi için kontluklar da bulunan fryd'ler görevlendirildi. Kral, ülkesini savunmak için gerektiği zaman ulus çapında milisleri göreve çağırabilirdi. Ancak Vikinglerin uyguladıkları başarılı vur kaç taktikleri nedeni ile ikmal hatlarında ciddi aksamalar meydana geliyor ve bu nedenle de milisler yeterince hızlı bir biçimde toplanamıyorlardı. Sadece yerel baskınlar bittikten sonra arazi sahipleri savaşmaları için adam toplayabiliyorlardı. Büyük bölgeler, daha fyrd'ler bir araya gelip bölgeye ulaşmadan önce Vikingler tarafından harap edilebiliyordu. Her ne kadar arazi sahipleri kral çağırdığı zaman kendisine asker sağlamakla yükümlü olsalar da 878 yılındaki saldırılarda bir çoğu fırsatçı davranarak kralı terk ettiler ve Gunthrum ile işbirliği yaptılar.
Alfred, bu sorunları aklında tutarak Edington'da kazandığı zaferin ardından gelen barış yıllarında ülkesinin savunulmasını daha da kolaylaştırmak daha merkezi bir ordu kurmaya karar verdi. Alfred, Roma seyahati sırasında bir süre için Dazlak Karl'ın sarayında kalmıştı. Karolejen Krallarının Viking sorunu ile nasıl başa çıktıklarını inceledikten sonra kendi krallığında uygulamak için yeni bir vergi sistemi ile askerlik sistemi hazırladı. Ayrıca Mersiya Krallığında Vikinglerin gelmesinden önceki zamanda hazırlanmış oldukça etkili bir tahkimat sistemi vardı. 892 yılında Viking saldırıları yeniden başladığında Alfred bu sefer oldukça iyi hazırlanmıştı. Düşmanlarını hareketli ve dayanaklı bir ordu ile ayrıca güçlendirilmiş tahkimatlar ve Viking gemilerinin nehirlerde yok edilmesi için özel olarak hazırlanmış küçük gemilerden oluşan bir donanma ile karşıladı.
İdare ve vergilendirme
Anglo-Sakson İngilteresinde maliklerin, bulundukları arazi üzerinde gerçekleştirmek zorunda oldukları üç farklı görevleri vardı. Bunlar; ortak yükümlülük sayılan askeri hizmetler, kale işleri ve köprülerin onarımı idi. Bu üç yükümlülük geleneksel olarak trinoda neccessitas veya trimoda neccessitas olarak adlandırılırdı. Eski İngilizce'de askerlik hizmetini yerine getirmeyenlere verilen ceza ''fierdwite'' veya ''fyrdwitee'' olarak adlandırılırdı.
İnşa edilen Burh'ların (tahkim edilmiş kasabalar ve kaleler) giderlerinin karşılanması ve fryd'lerin merkezi bir ordu olarak düzenlenmesi sonucunda artan giderlerin karşılanması için Alfred arazi üzerinde bulunan maliklere yeni vergiler ile yeni yükümlülükler getirdi. Burh'lar da gizlenmesi gereken insan sayısı aile sayısına göre belirleniyordu. Burhlarda gizlenebilecek aile sayısı arazinin sahip olduğu zenginliklere ve arazi sahibinin kaç aileye gizlenme imkanı sunması gerektiğine göre değişiyordu.
Burghal sistemi
Alfred'in gerçekleştirdiği askeri reformların (savunma alanındaki) merkezinde, krallığın dört bir yanına dağılmış Burh'lardan oluşan bir savunma ağı vardı. Krallık boyunca toplamda 33 tane burh vardı. Bunlardan her biri, birbirlerinden yaklaşık 30 kilometre (19 mil) uzaklıkta inşa edilmişti. Bu sayede bütün krallık boyunca gerçekleşebilecek saldırılara bir gün içerisinde müdahale edilebiliyordu.
Alfred'in inşa ettirdiği burh'lar (büyüyerek daha sonra kasabalar haline geldiler) temel olarak iki türlüydü. Bunlardan ilki, Winchester gibi eski Roma şehir ve kasablarının taş duvarlarının onarılarak çevresine hendeklerin açılması ile inşa edilenlerdi. İkinci tür ise Burpham ve Sussex gibi kasabaların çevresine büyük miktarda toprak yığılarak surların inşa edildiği ve geniş hendekler ile tahta çitlerinde eklenmesi ile savunmaları güçlendirilen kalelerdi. Burhların boyutu, Pilton gibi küçücük karakollardan, büyük surları olan kasabalara, hatta Winchester'daki büyük şehirlere kadar değişiyordu.
Günümüzde ''Burghal Hidage'' olarak bilinen o dönemde hazırlanmış bir belge, sistemin nasıl çalıştığına dair bir fikir vermektedir. Belgede inşa edilen burh'larda kaç insanın gizlenebileceği detaylıca belirtilmiştir. Örneğin, Wallingford'da 2400 kişi gizlenebilirdi, buna göre de arazi sahipleri 2.400 asker yetiştirmek ve beslemek zorundaydı. Bu kadar asker 9,900 feet (3.0 km) uzunluğunda bir duvarın savunulabilmesi için yeterliydi. Sistem iyi bir biçimde işleyebildiği zaman 27.071 kadar adam hızlıca silah altına alınabiliyordu. Bu da yaklaşık Wessex'de bulunan erkeklerin dört'te biri idi.
Burhların birçoğu, tıpkı Dazlak Karl'ın bir nesil önce inşa ettirdiği gibi bir nehir üzerinde (veya kenarında) inşa edilen çevresinde geniş hendekler bulunan (su ile doldurabilmek için) ve açılır kapanır bir köprü ile çevresindeki arazilere bağlanan kasabalardı. Irmak üzerinde her iki tarafında ateş açmaya müsait, tahkim edilmiş köprüler inşa edilmişti. Bu sayede Viking gemileri köprünün altından geçerken savunmacılar gemilere oklar, mızraklar ve taşlar ile saldırabiliyorlardı. Burhların bir kısmı kraliyet villarının (konaklarını) yakınına inşa edilmişti bu sayede kral burh'ları çok rahat kontrol edebilmekte idi. Burh'lar, genel olarak ordunun kullanması için inşa edilmiş bir yol ağı ile birbirlerine bağlanmıştı (bu yollara ''herepaths'' ismi verilmişti). Bu yollar sayesinde ordu birlikleri hızla bir araya gelebiliyor ve bazen Vikingler daha burh'a ulaşamadan diğer burh'lar dan takviye birlikler bölgeye geliyordu. Bu ağ Vikinglere özellikle hanimet amacı ile saldırı düzenleyenlere büyük zorluklar çıkarıyordu. Uygulanan bu sistem ile Vikinglerin iletişim ve ikmal hatları ile kullandıkları yollar çok daha tehlikeli bir duruma düştü. Vikingler burh'ları kuşatma altına alabilmek için gerekli olan ekipmandan yoksundular. Ayrıca hızlı bir şekilde vur-kaç taktiğini kullanıp daha sonra bu tahkim edilmiş merkezlere geri çekilen Anglo-Saksonlara karşı, savaşabilmek için geliştirdikleri bir askeri doktrin de yoktu. Vikinglerin uygulayabilecekleri tek taktik burh'ları kuşatma altına alarak içeridekilerin açlık nedeni ile teslim olmalarını beklemekti. Ancak bu seferde kral, iyi edilmiş yol hattı sayesinde, komşu burh'lardan veya kraliyet ordusundan destek birlikleri bölgeye gönderebilecek zamanı kazanmış oluyordu. Bu gibi durumlarda, Vikingler, kralın ortak askeri kuvvetleri tarafından takip edilme konusunda son derece savunmasızdılar. Alfred'in inşa ettiği burh sistemi, Vikingler 892 yılındaki saldırıları sırasında büyük bir sınav verdi. Vikingler Kent şehri yakınlarındaki Lympne haliçinin yukarısında bulunan ve kötü bir şekilde hazırlanmış (garnizon birliği) burh'a saldırarak kaleyi ele geçirdiler. Bu nedenle Anglo-Saksonlar, Wessex ve Mersiya bölgesinde Vikinglere karşı düzenledikleri saldırıları sınırlandırmak zorunda kaldılar (büyük oranda savunma düzenine geçtiler).
Alfred'in oluşturduğu burg sistemi stratejik anlamda büyük bir devrimdi. Fakat bir o kadar da pahalıydı. Çağdaş biyografi yazarı olan Asser, "krallığın ortak ihtiyaçları olduğu halde bir çok soylu sürekli kral tarafından istenilen yeni taleplerin yerine getirilmesi ile uğraşmak zorunda kalıyorlardı'' demiştir.
İngiliz donanması
Ayrıca Alfred yeni donanma oluşturmak için çalışmalarına da başladı. 896 yılında küçük bir donanmanın oluşturulmasını emretti. Bu donanmada yaklaşık bir düzine kadar da 60 kürek uzunluğunda, Viking gemilerinin iki katı kadar, savaş gemisi bulunmaktaydı. Viktorya Dönemindeki tarihçilerin iddia ettiklerinin aksine İngiliz Donanmasının ilk ortaya çıkışı bu dönemde olmamıştır. Bu dönemden çok daha önce de Wessex Krallığı bir kraliyet donanmasına sahipti. Kent şehrinin Kralı Athelstan ve Ealhhere kontu, 851 yılında bir Viking filosunu yenmişti (dokuz Viking gemisi ele geçirildi). Ayrıca 882 yılında bizzat Alfred bir deniz seferi gerçekleştirmişti.
Ancak Anglo-Sakson Kroniği'nin yazarına göre Alfred 897 yılında Wessex'in deniz gücünde büyük bir atılım gerçekleştirmiştir. Yazar Alfred'in inşa ettirdiği gemilerin, sadece daha büyük değil, aynı zamanda daha hızlı, daha sağlam ve Danimarkalıların veya Frizyalıların gemilerine göre su üzerinde daha yüksek olduklarını söyleyerek krala övgüler dizmiştir. Asser'in anlatımına göre Alfred antik Roma ve Yunan gemilerinin tasarımını (Trireme) kullanarak keşif için değil tamamen savaş için kullanılacak bir filo hazırlamıştı.
Alfred'e göre: Eğer sahip olduğu deniz gücünü başarılı bir şekilde kullanabilirse yağmacıları daha karaya ayak basmadan yok edebilir ve bu sayede ülkesini yıkımdan kurtarabilirdi. Alfred'in inşa ettirdiği gemiler teoride üstün görünüyordu. Ancak pratikte ise nehirlerde veya haliçlerde gerçekleşecek bir deniz savaşı için oldukça büyük ve hantaldılar. Bu nedenle dar alanlarda (genellikle Vikinglerle karşılaştıkları yerlerde) pek fazla manevra yapamıyorlardı.
O dönemde inşa edilen savaş gemileri bir başka gemiyi yok etme amacından çok, içinde mümkün olduğu kadar asker taşıyabilmesi için inşa ediliyordu. Viking çağında, İskandinavya'da olduğu gibi, mürettebat önce düşman gemisine doğru yanaşıyor ve daha sonra iki gemiyi birbirine yapıştırıyorlardı. Savaşın sonucunu ise iki geminin mürettebatının giriştikleri yakın dövüş belirliyordu.
Kayıtlara göre 896 yılında Alfred'in yeni donanmasına bağlı dokuz gemi Güney İngiltere'de, adı belirtilmeyen bir nehrin ağzında altı Viking gemisi ile karşı karşıya geldiler. Danimarkalılar gemilerinin yarısını kıyıya çekmiş iç bölgelere doğru ilerliyorlardı. Gemilerinin diğer yarısındaki mürettebat ise yemek ve dinlenebilmek için küreklerini indirmişlerdi. Alfred'in gemileri hemen Viking gemilerinin arkasına geçerek açık denize kaçmalarına engel oldular. Üç Viking gemisi, İngiliz hatlarını geçmek için doğrudan bir saldırı girişiminde bulundular. Üç gemiden sadece bir tanesi kaçabilirken diğer iki gemi İngiliz hatlarını aşamadı.
Viking gemilerini kendi gemilerine bağlayan İngilizler, hemen Vikinglerin gemilerine saldırarak güvertedeki herkesi öldürmeye başladılar. Bir Viking gemisi kaçabilmişti çünkü gelgit sırasında sular çekildiğinde Alfred'in hantal gemileri karaya oturmuştu. Karaya çekilen Viking gemilerinin mürettebatları ile İngilizler arasında küçük çaplı bir kara savaşı yaşandı. Eğer deniz tekrar yükselmemiş olsaydı sayıca az olan Danimarkalılar tamamen yok edilecekti. Sular yükseldiğinde Vikingler gemilerine geri döndüler. Gemilerinin hafif ve hızlı oması sayesinde İngilizlerden kaçabildiler. İngilizler ise çaresizce Vikinglerin kaçışını izliyordu. Vikingler çok fazla kayıp vermişlerdi (62 Frizyalı ve İngiliz ile 120 Danimarkalı öldü) ve denize geri dönmekte zorluk çekiyorlardı. Sussex'in etrafından dolanmaya çalıştıkları sırada büyük yara aldılar ve Viking gemilerinden ikisi tekrar Sussex'e geri döndüler (muhtemelen Selsey Bill'e). Viking gemilerinin enkazlarından bazı parçalar Winchester'da Alfred'in önüne getirildi ve halkın görmesi için kent meydanına asıldı.
Alfred'in yasal reformları
880'lerin sonunda ya da 890'lı yılların başında, Alfred, kendi hazırladığı yasalarından oluşan uzun bir domboc (yasa tasarıları, kanunlar) yayımlamıştı. Bu kanunları hazırlarken yedinci yy'de yaşamış Wessex Kralı Ina'nın hazırladığı yasaları örnek almıştır. Bu kanunlar toplamda 120 fasıl halinde düzenlenmişti. Kanunların ön sözünde Alfred kiliseye ait birçok kitapda yer alan kanunları da bir araya topladığını belirtmiştir. ''Atalarımız yaptıklarının birçoğunun yazılmasını emrettim-bu beni memnun etti. Bunların çoğuda beni memnun etmedi, danışmanlarımın önerilerini reddettim ve onları farklı bir açıdan bakmalarını emrettim.''
Alfred, özellikle kendisinden önceki krallar döneminde hazırlanan yasaların hangilerini incelediğini de özellikle belirtmiştir: "Akrabam Ine'nin ya da Mersiyalılar'ın kralları Offa ya da İngilizler arasında ilk vaftiz edilen Kent şehrinin Kralı zamanında zamanında hazırlananlar.'' Ine döneminde hazırlana kanunları kendisine göre uyarlamak yerine küçük değişiklikler ile olduğu gibi kendi yasalarının içerisine eklemiştir. Ayrıca Æthelbert zamanında hazırlanan vücudun hangi bölümleri yaralandığında ne kadar tazminat ödeneceğini belirten tarife gibi yeni bir tarife hazırlamıştır. Offa'nın ise herhangi bir kanun tasarısı çıkarıp çıkarmadığı bilinmemektedir. Önde gelen tarihçi Patrick Wormald, Alfred'in karl Offa'ya iki papalık elçisi tarafından 786 yılında sunulan legatine capitulary'yi bir yasa tasarısı olarak kabul ettiğini düşünmektedir.
(Legatine capitulary: 20 maddeden oluştuğu düşünülen kanunlar topluluğu)
Hazırlanan kanunların beşte biri, Alfred'in giriş kısmından, On Emir İngilizce çevirisinden, Çıkış Kitabı'nın birkaç bölümünden ve Elçilerin İşleri Kitabındaki Apostolik Mektup'dan (15: 23-29) oluşmaktaydı. Giriş bölümü, Alfred'in Hristiyan hukukunun anlamı üzerine yaptığı konuşma olarak algılanabilir. Alfred'e göre tanrı ilk olarak Musa'ya kanunlar göndermiş (on emir) ve kendisi de bunları örnek alarak Batı Sakson halkı için kanunlar hazırlamıştı. Bunu yaparak, Alfred kanunların ilahi geçmişi ile kendi zamanı arasında bir bağlantı kurmuş ve kendi yasalarını tanrıdan gelmiş gibi göstermiştir.
Alfred'in kanunlarını 120 fasıl halinde hazırlamasının önemli bir nedeni vardı. 120 sayısı Musa'nın öldüğü yaşı ve sayısal olarak erken Orta Çağ'da İncil tevsircileri tarafından kullanılan yasanın hukukun 120 sütununu temsil ediyordu. Musa'nın kanunları ile Alfred'in kanunları arasındaki bağlantı Apostolik Mektuplar ile kurulmuştu. İsa bu bölümde ''emirleri ve kanunları yıkmak veya parçalamak için değil onların yerine getirilmesini sağlamak için geldim, o bana merhamet ve uysallığı öğretti'' demiştir. İsa'nın Musa'nın kanunlarına atıfta bulunarak bahsettiği merhamet babar kabilelerin uyguladığı merhamet anlayışından oldukça farklıydı. Hristiyan kitaplarında '' İsa'nın oluşturmaya çalıştığı merhamette lordlar ilk günahlarını tazminat ödeyerek telafi etmeye çalıştılar. Daha sonra ise bu hatalarından döndüler'' denilmiştir.
Tazminat ödenerek telafi edilemeyecek tek suç bir lord'un ihaneti idi."Yüce Tanrı kendisini hor görenler hakkında hüküm verecektir, Tanrının oğlu İsa'ya bile ihanet eden herkes ölümünde hesabını verecektir, o herkese lordlarını kendilerini sevdikleri gibi sevmelerini emretmiştir." Alfred'in İsa'nın buyruklarından olan "Komşunu kendin gibi seveceksin" (Matt 22: 39-40) ifadesini ''herkesin kendi lordunu sevmesi gerekir'' diyerek kullanmıştır. Bu sayede Alfred tanrı ve yöneticiler arasında bir ilişki kurmaya çalışmıştır.
Alfred'in hazırlamış olduğu kanunların giriş kısımında kanun adına pek de bir mantıklı bir şeyler bulunmamaktadır. Bu durumun nedeni olaral Alfred'in kanunlarına ilahi bir hava katmak istemesi gösterilir. Kanunlar davalar da kullanılmak için pek de uygun değildi. Ayrıca Kral Ine'nin daha önce hazırladığı kanunlar Alfred'in kanunlarının ayrılmaz bir parçası haline gelmişti. Patrick Wormald Alfred'in kanunlarının sıradan kanunlar olarak görülmemesi gerektiğini bunların daha çok kralın ideolojik bir manifestosu olduğunu söylemiştir. ''Kral pratikte kullanılabilecek yasalardan çok sembolik yasalar hazırlamıştır.'' Fakat yine de birçok açıdan Alfred'in kanunları ilkler taşıyordu: ''Bizler emrediyoruz, her adam kendi sözlerini vaatlerini dikkatle yerine getirmelidir.'' Bu ilke Anglo-Sakson hukukunun temelini oluşturuyordu.
Alfred, adli meselelerde oldukça dikkatli davranırdı. Asser, kralın adalet konsunda oldukça eşit bir biçimde davranmaya çalıştığını ifade etmektedir. Asser'e göre Alfred, kontları ve yerel sorumluları tarafından verilen kararların adil olup olmadıklarını ve yapılan itirazların incelenmesi konusunda oldukça ısrarcıydı. Oğlu Yaşlı Edwar'ın anlattığı bir hikayeye göre kral, kendisine yapılan bir itiraz üzerine hemen kendi odasında ellerini yıkarken bir temyiz duruşması yapılmasını emretmişti.
Asser, Alfred'in adli soruşturmalar konusunda çok özenli davrandığını, önemli davalarda karar veren kraliyet görevlilerinin verdikleri kararları adeta ''Yargıç Süleyman'' gibi incelediğini belirtmiştir. Asser, Alfred'in hazırlatmış olduğu kanunlardan hiç bahsetmemiştir. Ancak kralın görevlendirdiği hakimlerin tümünün okur-yazar olmasına dikkat ettiğini söylemiştir. Ona göre hakimler gerçeğin peşinde olan kişiler olmalıdır. Eğer devlet görevlileri kraliyet yasalarına (veya düzenine) uymazlarsa sahip oldukları makamı kaybediyorlardı.
Alfred zamanında hazırlanan Anglo-Sakson Kroniği muhtemelen İngiltere'de yaşayan halkın tek bir krallığın çatısı altında birleşmesinin teşvik edilmesi amacı ile hazırlanmıştır. Asser yazmış olduğu ''Kral Alfred'in Hayatı'' isimli kitabında Alfred'in başarılarını ve kişisel yeteneklerini anlattı. Asser'in eserinde Alfred'i bilerek övdüğü düşünülmektedir. Kitap Galler bölgesi içerisinde hızla yayıldı ve kısa süre sonra Alfred bu bölgenin hakimiyetini ele geçirdi.
Büyük Alfred'in dış ilişkileri
Asser, Alfred'in yabancı devletlerle olan ilişkilerini anlatırken olumlu (göz alıcı) ifadeler kullanmıştır. Lakin bu konuda kesin bir bilgi yoktur. Alfred'in yabancı ülkeler ile olan ilişkilerini Orosiun'dan yaptığı çeviriler ile anlatmıştır. Alfred Kudüs Patriği III. Elias ile haberleşiyordu ve Roma'ya gönderdiği elçiler aracılığı ile İngilizler ve Papalık arasındaki ilişkileri daha da güçlendirdi. 890 yılı civarında, Hedeby'li Wulfstan, Baltık Denizi boyunca ilerleyerek, Jutland'da bulunan Hedeby'den Prusya da yer alan ve bir ticaret kenti olan Truso'ya yolculuk yapmıştı. Alfred, bizzat bu gezi ile ilgili bütün detayları toplamıştır.
Alfred'in Britanya'nın batısında bulunan Kelt prensleriyle olan ilişkileri daha nettir. Asser'e göre, hükümdarlığının ilk dönemerinde Güney Galler prensleri, Kuzey Galler'den ve Mersiya'dan gelen baskılar nedeniyle, kendi istekleri ile Alfred'in hakimiyeti altına girdiler. Hükümdarlığının ilerleyen dönemlerinde ise aynı şeyi Kuzey Galler prensleri yaptılar. 893 veya 894 yılında gerçekleşen askeri seferde ise İngilizler ile işbirliği içerisinde bulundular. Alfred, İrlanda da ve Kıta üzerinde yer alan manastırlara yardımlar gönderiyordu. Hatta bazı manastırları Asser'in himayesi altına verdiği de düşünülmektedir. 891 yılında üç ''İskoç'' (veya İrlandalı) hacının Alfred'i ziyaretleri oldukça otantiktir. Çocukluğunda hastalığı nedeni ile İralanda'ya gönderildiği ve orada Azize Morwenna tarafından iyileştirildiği hikayesi oldukça efsanevidir. Ancak bu hikaye Alfred'in İrlanda'ya olan ilgisini göstermektedir.
Büyük Alfred'in din ve kültür yaklaşımı
880'li yıllarda, neredeyse bir asır önce yaşayan Şarlman'dan etkilenen Alfred burh'ları inşa ettirirken bütün insanların (soylular da dahil) eşit şekilde çalışmasına ve katkıda bulunmasına dikkat etmiştir. Bu konuda istekli olamayan soyluları ise cezalandırmak ile tehdit etmiştir. Bu dönemde gerçekleşen Viking saldırıları çoğu zaman ilahi bir ceza olarak görülüyordu ve bu nedenle Alfred, Tanrı'nın öfkesini yatıştırmak için dini yeniden canlandırmak istedi. Bunun için Mersiya'dan, Galler'den ve ülke dışından bir çok din adamı ülkeye getirildi. Bu sayede ülke içerisinde psikolposluğun ve kilisenin hakimiyeti güçlendirildi. Ayrıca kralın çocukları ile soyluların çocuklarının ve gelecek vaat eden sıradan halka mensup çocukların eğitilmeleri için bir kraliyet okulu açıldı.Devlet otoritesi içerisinde görevli olanların okur-yazar olmalarına özen gösterildi. Alfred'e bütün insanların mutlaka bilmesi gereken bir dizi Latince eser İngilizce'ye çevrildi. Alfred'in krallığının ve hanesinin yükselişinin anlatıldığı bir kronik de (tarih kitabında), Hz. Adem'e kadar uzanan bir soy şeceresi verilmişti. Böylece Batı Sakson krallarının İncil kökenli oldukları anlatılmaya çalışılıyordu (Kutsallık atfedilmiştir).
Alfred dönemindeki kilise ile ilgili bilgiler oldukça sınırlıdır. Vikingler düzenledikleri saldırılarda (zenginlik kaynağı olarak gördükleri) manastırlara özellikle saldırıyorlardı. Alfred, Athelney ve Shaftesbury'de yeni manastırlar inşa ettirdi. Bu manastırlar 8. yy. başından beri Wessex'de inşa edilmiş olan ilk manastırlar idi. Asser'e göre, Alfred, Athelney de inşa ettirdiği manastır için ülke dışından yabancı keşişler getirtmek zorunda kalmıştı. Çünkü bölge halkının manastır yaşamına karşı ilgisi oldukça azdı.
Alfred, Wessex'teki dini uygulamalar ilgili yeni ve sistematik bir düzenlemeye gitmedi. Alfred'e göre, krallığın manevi canlanabilmesinin anahtarı dindar, eğitimli ve güvenilir piskoposlar ile rahipleri görevlendirmekdi. Alfred kendisini, halkının hem maddi hem de manevi alandaki refahını sağlamakla yükümlü görüyordu. Seküler ve spiritüel otorite Alfred için farklı kategoriler değildi.
Alfred I. Gregory tarafından yazılan ''Pastoral Care'' (Doğal Bakım) isimli kitabı İngilizceye tercüme ettirmiş, ülke genelindeki piskoposluklara göndererek rahiplerin ve din görevlilerinin daha iyi eğitilmesini amaçlamıştır. Bu sayede Alfred'in vicdani açıdan oldukça rahat olduğu söylenmiştir. Oldukça dindar biri olan Alfred, Viking topraklarına oldukça yakın bir konumda bulunan kilise topraklarını kendi himayesine almış, ülkedeki soyluların gözetimi altına vermişti. Böylece olası bir saldırı durumunda kiliseler ve manastırlar çok daha etkili bir biçimde savunulabilecekti.
Danimarka baskınlarının eğitim üzerindeki etkisi
Danimarkalıların saldırıları İngiltere'deki öğrenim hayatı üzerinde yıkıcı bir etki bıraktı. Alfred, I. Gregory'nin yazdığı Doğal Bakım isimli eserin çevirisinin önsözünde "İngiltere'de eğitim büyük oranda yok oldu. Humber Nehrinin bu tarafında ilahi görevleri İngilizce olarak anlayabilecek (yerine getirebilecek) çok az insan kalmıştı veya Latince bir tek kelimeyi İngilizce'ye çevirebilecek birisi. Sanırım Humber'in diğer tarafında bu kadar insan bile yoktu." Şüphesiz ki Alfred kendi gençlik döneminden beri İngiltere'deki berbat eğitim sisteminden oldukça rahatsızdı (Özellikle eğitim dili olarak Latince'nin kullanılmasından). Ancak Latince eğitim ülkede tamamen ortadan kaldırılmadı. Bu konudaki en büyük delil ise sarayında bulunan ve Latince eğitim vermeye devam eden Mersiyalı ve Batı Sakson din adamları Plegmund, Wæferth ve Wulfsige'dir.
İngiltere'deki el yazması üretiminin, Viking istilalarının başlamasından önceki döneme ulaşabilmesi için 860'larda ciddi bir girişim başlatıldı. Fakat yüzyılın sonuna kadar bu mümkün olmadı. Kıymetli el yazmalarının saklandığı kiliseler ile birlikte sayısız Anglo-Sakson el yazması yakıldı. Nicholas Brooks 873 yılında Canterbury'de kilise tarafından hazırlanan bir diploma için ''o kadar kötü bir şekilde hazırlanmış ki okumak neredeyse imkansız. Bunu hazırlayan ya kördü ya kendi yazdığını okuyamıyordu ya da çok az Latince biliyordu'' demiştir. Brooks, "metropolitan kilisesi [Canterbury] kutsal kitaplar ve Hristiyan ibadetleri ile etkili bir eğitim veremiyordu'' sonucuna ulaştığını söylemiştir.
Bir saray okulunun kurulması
Şarlman'ı örnek alan Alfred, kendi çocuklarının, soyluların çocuklarının ve daha düşük bir seviye de doğduğu halde umut vaat eden çoçukların eğitim alması amacıyla bir saray okulu kurdu. Bu okulda hem Latince hem de İngilizce eğitim veriliyor, her iki dilden de kitaplar okutuluyordu. "Kendilerini yazmaya öyle adamışlardı ki .... onlar liberal sanatlarda fedakar ve zeki öğrencileri olarak görülüyorlardı." Wessex'te Hristiyan öğretisinin yeniden canlanmasına yardım etmek ve kralın kişisel eğitiminin sağlanabilmesi için Kıta üzerinden ve İngiltere'den akademisyenler toplanmaya başlandı. Grimbald ve Sakson John, Frankia'dan; Plegmund (Alfred tarafından, 890'da Canterbury başpiskoposu olarak atandı), Worcester Piskoposu Werferth, Æthelstan ve kraliyet papazı Werwulf Mersiya'dan; Asser, güneybatı Galler'deki St David'den geldi.
İngilizce dilinde eğitim savunuculuğu
Alfred'in eğitim ile ilgili hedefleri kurmuş olduğu saray okulundan çok daha fazlaydı. Alfred'e göre Hristiyan bilgeliği (görüşü) olmadan ne refah döneminde ne de savaş döneminde huzura kavuşulabilirdi. Alfred bu konuda: "bir başka iş ile görevlendirilmemiş olan, İngiltere'deki bütün özgür erkekler kendilerini eğitim almaya adamalılar (kendilerini eğitmeliler).'' Alfred ülkesindeki okur-yazar oranının artmasının önündeki en büyük engel olarak ''Latince'nin'' eğitim dili olarak kullanılmasını görüyordu. Bu nedenle ülkedeki eğitim dilini ''İngilizce'' olarak değiştirdi. Eğer kilise yetkilileri isterlerse kendi çalışmalarına Latince olarak devam edebileceklerdi.
O dönemde İngilizce olarak yazılmış sadece bir kaç tane ''Bilgelik Kitabı'' vardı. Bu sorunu çözmek için Alfred, bütün erkeklerin bilmesi gerektiğine inandığı kitapların İngilizceye çevrilmesi için, saray merkezli, büyük bir program başlattı. Alfred'in bu programı, tam olarak ne zaman başlattığı bilinmiyor, ancak bu konu ile ilgili yapılan tahminler içerisinde Viking saldırılarının bir süre için durduğu 880'li yıllar ön plana çıkmaktadır. Yakın zamana kadar, yapılan çevirilerin büyük bir kısmının Alfred tarafından yapıldığı düşünülüyordu. Ancak son yapılan çalışmalar ile bu konuda büyük şüphelerin olduğu ortaya çıkarılmıştır. Çevirileri yapanların tam olarak kim oldukları bilinmezken tarihçiler onları ''Alfredian'' olarak adlandırmışlardı (O dönemde kullanılan İngilizce nedeni ile). Bu kişiler, büyük ihtimalle, Alfred'in himayesi altındaki kişilerdi ve Alfred'de bu çeviri çalışmalarına dahil olmuş olabilirdi.
Kayıp olan Handboc ya da Encheididion'dan (Kılavuz Kitap) başka kral tarafından en çok beğenilen kitap, kralın başlatmış olduğu çeviri programı sırasında İngilizceye çevrilen ''Dialogo de sam Gregorio'' idi. Bu kitap Orta Çağ'da halk arasında oldukça popülerdi. Kitabın çevirisi, Alfred'in emri üzerine, Worcester piskoposu Werferth tarafından yapıldı. Kral kitabın tercümesi sırasında yalnızca bir önsöz hazırladı. Şüphesiz ki, sarayında bulunan akademisyenlerinde yardımı ve tavsiyeleri ile, Alfred dört adet kitabın çevirisini bizzat kendisi gerçekleştirdi. Bu kitaplar: I. Gregorius tarafından yazılan ''Doğal Bakım'', Boethius'un ''Felsefenin Tesellisi'', Aziz Augustine'in ''Soliloquies of Augustine'' ve Zebur'un ilk elli ilahisi (bölümü).
Ayrıca bu listeye Alfred'in, kendi kanunları içerisinde kullandığı, Çıkış Kitabından yaptığı alıntılar ve çevirilerde eklenebilir. Tarihçi Orosius tarafından yazılan ''Histories'' isimli eserin eski İngilizce versiyonu (çevirisi) Paganlara karşı olduğu için, Bede tarafından yazılan ''ecclesiastical History of the English People'' (İngiliz Halkının Dini Tarihi) isimli eserin eski İngilizce versiyonunda (çevirisi) kullanılan dil ve anlatım farklılıkları nedeni ile bu eserlerin Alfred'e ait olmadığı düşünülmektedir. Yine de Alfred'in başlattığı çeviri programının içerisinde yer aldığı kesindir. Simon Keynes ve Michael Lapidge, Bald'ın Sülük Kitabı (Bald's Leechbook) ve anonim bir eser olan ''Eski İngiliz Şehitleri (Old English Martyrology)'' isimli kitapları bu duruma örnek olarak gösterirler.
Alfred, Papa I. Gregorius tarafından yazılan ''Doğal Bakım'' isimli eseri İngilizceye tercüme etmişti ve bunu neden yaptığını kitabın ön sözünde açıklıyordu. Kitap da yer alan ön söz gerçekten de Alfred tarafından yazılmış olabilirdi (kendi başına). Çeviriyi yaparken kullandığı yöntemi şöyle açıklıyordu: ''Bazen kelime kelime bazen ise anlamdan anlama uygun bir biçimde çeviri yapmaya çalıştım.'' Çeviri sırasında Alfred'in kullandığı dil kitabın orijinal diline oldukça yakındı. Ayrıca kullandığı dil ile laik ve manevi otorite arasındaki farkı oldukça iyi bir biçimde kapatmıştı. Alfred, yaptığı çevirinin ülkedeki tüm piskoposluklara dağıtılmasını emretti. Alfred'in ''Doğal Bakım'' isimli eseri çevirirken kullandığı dil o kadar başarılı idi ki kitabın 11. yy'da hazırlanan kopyalarında dahi aynı dil kullanılıyordu.
Boethius'un Felsefenin Tesellisi isimli eseri, Orta Çağ'ın en popüler felsefi kitabıydı. Doğal Dikkat'in çevirisinin aksine Alfred bu eseri çevirirken oldukça kendine özgü bir dil kullanmıştır. Son dönemde yaptığı araştırmalar ile Dr. G. Schepss, metinde kullanılan kelime ve çevirilerin çoğunun çevirmenin kendisine ait olmadığını göstermiştir. Ona göre çeviride kullanılan dil daha çok Alfred'in yaşadığı dönemdeki felsefi düşünceyi ve felsefi hayatı yansıtıyordu. Çeviride kullanılan ve Boethius ile sıkı bir biçimde ilişkilendirilen cümle şu şekildedir: "Oldukça kısa konuşacağım, yaşadığım süre boyunca (hayatımı) değerli (değer) bir biçimde yaşayacağım, böylece ben öldükten sonrada yaptığım iyi işler, insanların hafızalarında yer edecektir." Kitabın sadece iki kopyası günümüze ulaşmayı başarabilmiştir. Bu kitapların birisinde düz yazı kullanılırken diğerinde ise düz yazı ile ayetler bir arada kullanılmıştır. Bu kitaplardan ikincisi 18. ve 19. yüzyıllarda ağır hasar görmüştür.
Alfredian çevirisini yaptığı eserlerin sonuncusunun adı ise Blostman (Bloom) ya da Antholoji' idi. Eserin ilk yarısı ağırlıklı olarak Hippo'lı Aziz Augustine Soliloquies'lerinden (Soliloquies of Augustine) oluşmaktadır. Eserin geri kalanı ise çeşitli kaynaklardan toplanan bilgilerden oluşmaktadır. Eserde Alfred'in kendi karakteristik özelliklerini yansıtan dil ve anlatım ögelerini kullandığı düşünülmektedir. Fakat bu son sözler başka bir kaynaktan alınmış olabilir. Bu sözler soylu İngiliz Kralları için hazırlanan bir kitabeye oldukça uygundurlar: "Bundan önce tamamen bana aptal ve sefil bir adam gibi görünüyordu, daha dünyada iken kimse onun anlamasına yardımcı olmamıştı ve daha önce ebediyete kadar temiz kalacağımız bu uzun sonsuz yaşama ulaşmak istememişti" dedi. Alfred, on ikinci veya on üçüncü de yazılmış Orta Çağ'da oldukça popüler bir şiir kitabı olan ''Baykuş ve Bülbül'de'' (The Owl and the Nightingale) kullandığı atasözleri ile bilge bir karakter olarak tasvir edilmiştir. On üçüncü yüzyılda hazırlanan ve ''Alfred'in Atasözleri'' (The Proverbs of Alfred) isimli eserde yer alan sözlerin gerçekte, hayatta iken Alfred tarafından söylenmediği düşünülmektedir. Fakat Alfred ölümünden sonra bile, Orta Çağ'da bilgeliğin önemli bir simgesi olarak görülüyordu.
1693'te Somerset'de ''Alfred Mücevheri'' adı verilen değerli bir mücevher keşfedilmiştir. Bu mücevher doğrudan Alfred ile ilişkilendirilmiştir. Çünkü üzerinde yer alan eski İngilizce yazıda "AELFRED MEC HEHT GEWYRCAN" yani ''Alfred Benim Yapılmamı Emretti'' yazmaktadır. Mücevher, 6,4 cm uzunluğunda (2 1⁄2 inç), tel biçiminde işlenmiş altından yapılmıştır. Güzelce Cilalanmış kuvars bir taşın altına emaye bir plak yerleştirilmiştir. Bu plağın üzerine Cloisonné adı verilen bir teknik kullanılarak ahşap kraliyet asaları tutan bir adam figürü işlenmiştir. Bu figürün Tanrının Bilgeliğini temsil ettiği düşünülmektedir.
Mücevherin eskiden tabanında ki oyuk da bulunan ince bir sopaya bağlı olduğu tahmin edilmektedir. Mücevher üzerinde yapılan çalışmalarda bunun kesinlikle Alfred'in hükümdarlık dönemine ait olduğu belirlenmiştir. Mücevherin tam olarak ne amaçla kullanıldığı bilinmemektedir. Ancak mücevherin, bağlı olduğu ince çubuk ile beraber, okuyucu için bir tür æstels olarak kullanıldığı düşünülmektedir. ( æstel: bir kitabı okurken okuyucunun parmağı satırları ile takip etmek yerine kullandığı nesne). Alfred'in çevirisini yapmış olduğu ''Doğal Bakım'' isimli eser ile birlikte her piskoposluğu bir adet æstel gönderilmesini de emrettiği bilinmektedir. Her æstel 50 ''mancus'' değerinde idi (Mancus: 4.25 gram ağırlığında ki altın sikke). Bu da Alfred Mücevherin de kullanılan malzemenin ve kaliteli işçiliğin bir hayli pahalı olduğunu göstermektedir.
Tarihçi Richard Abels, Alfred'in başlatmış olduğu eğitim reformunun, askeri reformlarının tamamlayıcısı olduğunu söylüyor. Abels, Wessex'te dinin ve eğitimin yeniden teşvik edilmesinin, Alfred'in zihninde, krallığının savunulması ve burhların inşa edilmesi için gerekli görüldüğünü söylüyor. Alfred çevirisini yaptığı ''Doğal Bakım'' isimli eserin önsözün de şunu belirtmiştir: ''İlahi görevlerini yerine getirmeyen ve ihmal eden krallar halklarına büyük cezaları getirirler.'' Alfred her insanın bilginin peşinde olması gerektiğini yine (Boethius'un Felsefenin Tessellisi isimli eserinin çevirisinde) şu şekilde belirtmiştir: Bilgiye ulaşmak için çabala, onu öğrendiğin zaman mahkum etme. Sana söyleyebilirim ki gücü elde etmek için başarısız olsan bile, hatta onu istemesen bile.''
Asser'in Vikinglere karşı Batı-Saksonlarının direnişini anlatığı eseri ve tarihçilerin Hristiyanların kutsal savaşı şeklindeki anlatımları sadece retorik ve propagandadan ibaret değildi. Alfred'in düşüncelerinde önemli bir yer etmiş olan Hristiyan dünyasındaki itaat ve ceza ilişkisinin birer yansımaları idiler. Böylece Alfred Tanrının insanlar üzerindeki hakimiyetini ülkesinde çok daha kolay yayabilmişti. Ülkesindeki soyluları ''ortak çıkarlar veya ortak iyilikler'' için çalışmaya davet eden Alfred ayrıca sarayındaki akademisyenler ve din adamlarının da yardımı ile eski Hristiyan Krallıklarının anlayışlarını ve değerlerini yeniden güçlendirmek için çalışmalar yapmaya başlamıştır. Alfred bunun için Kral Offa, Bede ve Alcuin gibi isimler tarafından hazırlanan eserlerin yanı sıra Karlojen Rönesansı döneminde hazırlanmış eserlerden de yararlanmıştır. Alfred'in bu çalışmaları sadece dinin kullanılarak otoritenin güçlendirilmesi amacı ile değil Alfred'in dünya görüşünün önemli bir parçası olduğu için gerçekleştirilmişti. Alfred 9. yy'da Frankia ve İngiltere'deki krallar gibi, tanrının halkını hem maddi hem de manevi refaha ulaştırması için kendisini seçtiğine inanıyordu. Alfred, Yoşiyahu gibi, eğer krallığındaki Hristiyanlık inancı azalırsa ülkesinin harabeye döneceğini din görevlilerinin okudukları Latince kelimeleri anlamamaları halinde ibadetlerin giderek Hristiyan ruhundan daha fazla soyutlanacağını ve antik manastırlar ile kiliselerin terk edilmesi halinde ise Tanrının karşısında hesap veremeyeceğini düşünüyordu. Alfred'in en büyük sorumluluğu, halkının doğal bakımı idi (maneviyatının yükseltilmesi).
Büyük Alfred'in dış görünüşü ve karakteri
Asser, yazmış olduğu Kral Alfred'in Yaşamı isimli eserinde kral ile ilgili şunları anlatmıştır:
Annesi ve babası tarafından bütün kardeşlerinden daha çok sevildi - diğer herkesin yaptığı gibi- büyük bir sevgi ile yetiştirildi ve kraliyet sarayından başka bir yere gönderilmedi (eğitim için saraydan ayrılmadı) ... [O], diğer kardeşlerinden daha yakışıklı görünüyordu, konuşması ve davranışları oldukça hoştu (nazik) ... [ve] bütün hayatı boyunca her şeyden çok bilgiye ulaşmayı (öğrenmeyi) arzuluyordu, soylu doğumu (ile birlikte) sahip olduğu soylu zekasının (parlak zekasının) karakterini oluşturuyordu.
Asser ayrıca, Alfred'in, on iki yaşına gelene kadar okuma yazmayı öğrenemediğini söylemiştir. Ona göre bu ailesinin ve öğretmenlerinin utanç verici bir ihmalidir. Alfred mükemmel bir dinleyiciydi ve inanılmaz derece de güçlü bir hafızası vardı. Birçok şiiri ve ilahiyi aklında tutabiliyordu. Asser, Alfred'in annesinin o ve diğer kardeşleri arasında küçük bir yarışma düzenlediğiyle ilgili bir hikaye anlatmaktadır. Bu hikayeye göre annesi bir gün yanlarına gelerek onlara içinde Sakson şiirleri bulunan bir kitabı göstermiştir. Ardından onlara ''içinizden hangisi en önce bu kitabı ezberlerse (öğrenirse) bu kitabı ona hediye edeceğim'' demiştir. Bunun üzerine heyecanlanan küçük Alfred annesine ''gerçekten bu kitabı ilk ezberleyene ve gelip sana okuyana mı vereceksin'' demiştir. İstediği cevabı alınca Alfred kitabı çalışmak için annesinden alarak öğretmeni ile beraber çalışmaya başladı. Kısa süre sonra annesinin yanına gelerek kitaptan bazı bölümleri ezbere okudu ve kitabı almaya hak kazandı.
Alfred, yanında sürekli olarak küçük bir defter taşıdığı bilinmektedir. Bu defter büyük ihmalle Orta Çağa özgü küçük bir not defteriydi. Yine büyük ihtimalle içerisinde not aldığı dualar ve ilahiler vardı. Asser bu konu hakkında şunları yazmıştır: "Bizzat şahit olduğum gibi, her zaman yanında küçük bir kitap taşırdı ve asla yanından ayırmazdı. Günlük hayatındaki bütün işleri arasında dua etmek istediği zaman onu (kitabını) kullanırdı.''
Alfred avcılığın bütün dallarında oldukça başarılıydı. Alfred'in kimse ile karşılaştırılamayacak derecede hevesli bir avcı olduğu da bilinmektedir.
Kardeşler arasında en küçüğü olmasına rağmen, muhtemelen en açık fikirli olanlarıydı. O, erken yaşlarında dahi eğitimin oldukça önemli olduğunu vurguluyordu. Sahip olduğu öğrenme arzusu büyük bir olasılıkla İngiliz şiirine karşı duyduğu hayranlıktan ileri geliyordu. Bazen duyduğu şiirleri daha sonra okumak için kaydettirirdi. Asser: "[Alfred], en çok istediği konuda kendisini bir türlü tatmin edemiyordu - Liberal sanatlar olarak adlandırılan sanatlar konusunda - çünkü o dönemde bütün Batı Sakson krallığı içerisinde iyi bir eğitmen yoktu.
Büyük Alfred'in ailesi
868'de Alfred, Ealhswith ile evlendi. Ealhswith Mersiyalı bir soylu olan (Gaini Kontu) Æthelred Mucil'in kızıydı. Gaini halkı muhtemelen Mersiya'daki kabilelerden (aşiretlerden) biriydi. Ealhswith'in annesi Eadburh, Mersiya kraliyet ailesinin bir üyesi idi.
Alfred ve Ealhswith'in beş veya altı çocuğu olduğu düşünülmektedir. Bunlar arasında; babasının ardından kral olan Yaşlı Edward (Edward the Elder) bunlar arasında, kendi başına Mersiya bölgesinin Leydi'si (yöneticisi) olan Æthelflæd ve Flandre Kontu II. Baldwin ile evlenen Ælththryt vardı. Annesi, Osburga Wight Adası Baş Kahyası Oslac'ın kızıydı. Asser, Vita Ælfredi isimli eserinde Wight Adası'ndaki Jütler ile Osburga'nın ailesi (soyu) arasındaki ilişkiyi göstermektedir. Bede, bölgede yaşayan Jütler'in Cædwalla tarafından katledildiğini söylemiştir ancak bu pekte ihtimal dahilinde değildir. 2008 yılında Kral Büyük Alfred'in torunu Kraliçe Eadgyth'in iskeleti Almanya'daki Magdeburg Katedrali'nde bulundu. 2010 yılında, bu kalıntıların kendisine ait olduğu doğrulandı. Eadgyth İngiliz kraliyet ailesinin en eski üyelerinden biri idi.
Osferth, Kral Alfred'in akrabası olarak tarif edilmiştir. Osferth kral tarafından yayımlanan bir ferman ile ülkede önemli bir pozisyona atandı ve 934 yılına kadar bu konumda kaldı. Kral Edward'ın hükümdarlığı döneminde yayımlanan bir fermanda, Keynes ve Lapidge'e göre, yanlışlıkla kralın kardeşi olarak tarif edilmiştir. Ancak Janet Nelson'a göre, Osferth muhtemelen Kral Alfred'in gayrimeşru oğluydu.
Büyük Alfred'in ölümü, mezarı ve kalıntıları
Alfred 26 Ekim 899'da öldü. Tam olarak nasıl öldüğü bilinmiyor ancak hayatı boyunca kendisine acı veren bir hastalık yaşadığı bilinmektedir. Biyografisini yazan Asser Alfred'in hastalığı ile ilgili çok önemli bilgiler verdi ve bu sayede günümüzdeki doktorlar Alfred'in hastalığına bir tanı koyabildiler. Alfred'in Crohn hastalığından ya da hemoroid'den muzdarip olduğu düşünülmektedir. Torunu Kral Eadred'in de benzer bir hastalıktan muzdarip görülmüştür.
Alfred'in bedeni ilk olarak Winchester'daki ''Old Minister'' Katedraline gömüldü. Daha sonra, ölümünden yaklaşık dört yıl sonra, bedeni buradan çıkarılarak yine Winchester'da inşa edilen ''New Minster'' Katedraline taşındı (belki de bu katedral Alfred için özel olarak yaptırılmıştır). New Minster 1110 yılında şehrin biraz kuzeyindeki Hyde'a taşındığında rahipler Alfred'in bedenini, karısı ve çocuklarının bedenleri ile birlikte, Hyde Manastırına transfer ettiler ve muhtemelen bunları büyük sunağın önüne yerleştirdiler. VIII. Henry döneminde ''Manastırların Yıkılması'' olayı sırasında 1539 yılında Alfred ve ailesinin mezarlarının da içinde bulunduğu manastır yıkıldı ancak manastırdaki mezarlara dokunulmadı.
Kraliyet mezarları ile başka kişilere ait bir çok mezar 1788 yılında tesadüfen yeni bir hapishane inşa edilmesi için bölgede çalıştırılan mahkumlar tarafından bulundu. Mahkumlar molozların boşaltılması için, sunak alanının bulunduğu nokta da, büyük bir çukur kazıyorlardı. Bilerek veya bilmeyerek tabutlar açıldı ve bu nedenle kemikler ya parçalandılar ya da kayboldular. Hapishane 1846-1850 yılları arasında yıkıldı. 1866 ve 1897 yıllarında yapılan diğer kazılardan ise hiçbir sonuç elde edilemedi. 1866 yılın da, amatör bir antikacı olan John Mellor, Alfred'in bedeninin olduğu iddia edilen noktada, birtakım kemikler bulduğunu iddia etti. Bu kemikler daha sonra yakınlardaki St Bartholomew Kilisesi rahipleri tarafından alınarak, kilise mezarlığındaki işaretsiz bir mezara tekrar gömüldüler.
1999 yılında Hyde Manastırında Winchester Müzeler Kurulu tarafından yürütülen kazılarda sunak noktasında açılmış ikinci bir çukur bulundu. Bu çukur muhtemelen,1886 yılında Mellor tarafından gerçekleştirilen kazıda açılmış bir çukurdu. 1999 yılındaki arkeolojik kazıda, manastır binalarının temelleri ve bazı kemik parçaları ortaya çıkarıldı. Bulunan kemik parçalarının Alfred döneminde yaşamış yaşlı bir kadına ait olduğu iddia edilmiştir.
Mart 2013'te, Winchester Piskoposluğu, St Bartholomew'teki işaretlenmemiş mezarda bulunan kemikleri tekrar bulundukları yerden çıkararak onları güvenli bir yere yerleştirdi. Piskoposluk, bu kemiklerin Alfred'e ait olduğunu iddia etmiştir. Ancak bu iddianın doğrulunun ispatlanabilmesi için daha önce Kral III. Richard'ın kemiklerini ortaya çıkaran ekip kemikler üzerinde çalışmalara başladı. Kemikler üzerinde yapılan radyokarbon testlerinde bunların 1300'lü yıllara ait olduğu ve bu nedenle Alfred'e ait olamayacağı ortaya çıkarılmıştır. Ocak 2014'te, Hyde manastırında ortaya çıkarılan ancak daha sonra Winchester müzesinin depo odasına kaldırılan bir pelvis kemiği üzerinde yapılan çalışmalarda, kemiğin Alfred döneminden kaldığı ortaya çıkarılmıştır. Bu kemik parçasının kral Alfred'e veya oğlu Edward'a ait olduğu iddia edilmiştir. Ancak bu iddia hiçbir zaman kanıtlanamamıştır.
Büyük Alfred'in mirası
Alfred ölümünden sonra, bazı Hristiyan geleneklerine dayanılarak ''aziz'' ilan edildi. Ancak Alfred'in Papalık tarafından resmen aziz olarak tanınmasına yönelik 1441 yılında VI. Henry tarafından tarafından gerçekleştirilen bir girişim başarısızlıkla sonuçlandı. Ancak Anglikan Komünizasyonu, tarafından Alfred'in büyük bir ''Hristiyan Kahraman'' olduğu ilan edildi. Bu nedenle 26 Ekim de Alfred'in anılması için ziyafetler veya anma törenleri yapılmaya başlandı. Ayrıca İngiltere'deki kiliselerde Alfred'in temsili bir resmi vitray olarak kullanılmaktadır.
Alfred, Piskopos Asser'i, kendisinin iyi yönleri ve iyi eylemlerini yazması için görevlendirdi. Daha sonraki dönemde yaşamış olan Orta Çağ tarihçileri, örneğin Monmouth Geoffrey de Alfred'in zihinlerdeki olumlu imajını daha da güçlendirdi. Reform Döneminde Alfred, Latince yerine İngilizcenin kullanılmasını destekleyen dindar bir kral olarak görülmeye başlandı. Yaptırdığı veya yapmış olduğu çeviriler işe Normanlar üzerindeki Roma Katolik kilisesinin etkisinin bozulmadan kalmasına yardımcı oldu. Genel olarak, Alfred'in çağdaşlarından ziyade, Alfred'e "Büyük" lakabını veren yazarlar on altıncı yüzyılda yaşamış yazarlardı. Alfred'in hayatı boyunca göstermiş olduğu vatanseverlik, barbarlar ile mücadelesi, eğitimi desteklemesi, yeni yaslar oluşturması ve kendi ideallerini desteklemesi sonraki nesil parlementerler ve imparatorluk-yapıcıları tarafından örnek alınmıştır.
Alfred'in şerefine bir takım eğitim kurumlarına ismi verilmiştir (veya eğitim kurumlarında). Bunlar arasında şu kurumlar bulunur:
- Winchester Üniversitesi, eski ''Kral Alfred'in Winchester Koleji'nden'' ilham alınarak (1928 - 2004) kurulmuştur.
- Alfred Üniversitesi ve New York- Alfred'deki, Alfred Eyalet Koleji'nin her ikisi de kralın adını taşımaktadır.
- Alfred'in onuruna, Liverpool Üniversitesi, Kral Alfred İngiliz Edebiyatı Kürsüsü'nü oluşturmuştur.
- Kral Alfred Akademisi, Alfred'in doğduğu yer olan Oxfordshire-Wantage'de bulunan orta öğretim okuludur.
- Chippenham, Wiltshire'de bulunan ''Kralın Av Köşkü Okulu'', Kral Alfred'in av köşkünün üzerinde veya yakınında kurulmasından dolayı bu ismi almıştır.
- Burnham Road, Highbridge de bulunan ''Kral Alfred Okulu ve Özel Spor Akademisi'' Brent Knoll'a (Anıt Noktası) ve Athelney'ye çok yakın olması nedeniyle bu ismi almıştır.
- Kuzey Londra, Barnet de bulunan Kral Alfred Okulu (İngiltere).
- Kral Alfred Orta Okulu, Shaftesbury, Dorset [Yeniden yapılanma sonrasında kaldırıldı]
- Kral Koleji, Taunton, Somerset (Bahsedilen kral, Kral Alfred'tir).
- Enfield'daki Bishop Stopford Okulu'nda bulunan Kral Alfred evi.
- Gauteng, Güney Afrika'da bulunan Saxonwold İlköğretim Okulu, içerisinde bulunan evlerden birisine Kral Alfred'in adını verdi. Diğerleri ise Bede, Caedmon ve Dunston'dur.
Kraliyet Donanması ise bir gemi ve iki kıyı işletmesine HMS Kral Alfred olarak ismini verdi. ABD Deniz Kuvvetleri'nin ilk gemilerinden birine, kralın onuruna USS Alfred ismi verildi. Alfred, 2002 yılında İngiltere genelinde yapılan bir oy sonrasında BBC'nin düzenlediği 100 Büyük Britanyalı listesinde 14 numaraya yerleşti.
Büyük Alfred heykelleri
Pewsey
Kral Büyük Alfred'in tanınmış bir heykeli Pewsey'in ortasında bulunuyor. Bu heykel Haziran 1913'te Kral V. George' un taç giyme törenini anmak için inşa edilmiştir.
Wantage
Wantage pazarında bulunan Büyük Alfred'in heykeli Kraliçe Victoria'nın bir akrabası olan Count Gleichen tarafından yapıldı ve 14 Temmuz 1877'de Galler Prensi ve Prensesi tarafından açıldı. Heykel, 2007 yılbaşı gecesinde saldırıya uğradı. Bu saldırı sırasında sağ kolu ve elindeki balta hasar gördü. Onarılan heykel 2008 yılında Noel arifesinde tekrar saldırıya uğradı ve bu saldırı sırasında elindeki balta tekrar hasar gördü.
Winchester
Büyük Alfred'in bronz bir heykeli Winchester'ın Orta Çağ'dan kalma doğu kapısının yakınında The Broadway'in doğu ucunda yer almaktadır. Heykel Hamo Thornycroft tarafından tasarlanmıştı ve 1899 yılında Alfred'in ölümünden bin yıl sonra inşa edilmişti. Heykel, iki büyük gri renkli Cornwall granittinden oluşan bir kaide üzerine yerleştirildi.